Tarama Sonuç Kümeleri
Kümeler aramadaki ilk 100 sonuca göre oluşturulmuştur.

Tümünü Listeye Ekle
Yapılan çalışmada, peynir altı suyundan elde edilen ekzopolisakkaritlerin (EPS), dondurma üretiminde stabilizatör olarak kullanılmasının dondurmanın çeşitli özellikleri üzerindeki etkisi araştırılmıştır. İki değişik yoğurt kültürü kombinasyonu kullanılarak peynir altı suyundan EPS üretilmiştir. Sonuçlar incelendiğinde, sadece EPS2 veya EPS2 + Xs karışımı ile üretilen dondurmaların bünye sıkılık değerleri diğer dondurmaların değerlerinden önemli ölçüde düşük çıkmıştır (P<0.01). Ayrıca, EPS1 dondurması diğer dondurmaların renk değerlerine göre daha koyu ve yeşilimsi olarak saptanmıştır (P<0.01). Duyusal değerlendirmelere göre, sadece EPS1’den elde edilen dondurmaların renk bakımından diğer dondurmalardan istatistiksel olarak önemli derecede daha düşük olduğu tespit edilmiştir (5.96 puan, incelenen kritere bağlı olarak P<0.01- P>0.05). Elde edilen dondurmalarda toplam aerobik mezofilik bakteri sayıları ve maya- küf miktarı çok düşük çıkmıştır. En yüksek bakteri sayısı 3.23 log kob/g, en yüksek maya-küf sayısı ise 1.12 log kob/g olarak saptanmıştır. Örnek farklılığı, bu mikrobiyel içerikleri üzerinde anlamlı bir etkiye sahip değildir (P>0.05). Ancak, dondurmaların toplam aerobik mezofilik bakteri sayıları depolama süresinin artışına bağlı olarak azalma göstermiştir.
By using electrolytic hydrogen peroxide (H2O2) solution, oxidation and H-termination processes were applied to the p-Si crystal surface, which will be used for Cu/p-Si Schottky contact production, in a selective and controlled manner. Before the oxidation and H-termination processes, the p-Si(100) wafer used in this study was subjected to conventional chemical cleaning, and ohmic contact was made using pure aluminum (99.99%) metal on its back surface. The p-Si/Al with ohmic back contact was divided into three parts. A rectifying contact was immediately made to the front surface of one of them by using pure copper (99.98%) metal and called the REF (Reference) sample. The front surface of one of the remaining two p-Si/Al parts was oxidized, and the front surface of the other was H-Terminated. Rectifier contacts were made for both using pure copper (99.98%) metal and were named MIS (metal-insulator-semiconductor) and SP (surface passivated), respectively. Current-voltage (I-V) measurements of Schottky diodes of REF, MIS, and SP samples were performed at room temperature and in the dark. From the obtained data, the ideality factor (n), barrier height (Fbo), and series resistance (Rs) values of the samples were determined. As a result of the investigations, it was observed that the surface oxidation and H-Termination processes caused a decrease in the rectification factor and Fbo values of MIS and SP samples. These interesting situations were interpreted by the double-layer theory, which Bardeen predicted could exist on the surface of a semiconductor crystal and contribute to its work function.
Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenlere birtakım özlük hakları getirmiştir. Öğretmenlerin bu hakları kazanabilmeleri için öncelikli olarak eğitim almaları ve eğitim sonunda yapılan sınavda başarılı olmaları gerekmektedir. Bu kapsamda Öğretmen Bilişim Ağı (ÖBA) platformunda öğretmenlerin eğitim almaları için uzman öğretmen ve başöğretmen videoları yayımlanmıştır. Öğretmenlik kariyer basamakları sürecinde izlenen eğitim videolarının Fen Bilimleri öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, ÖBA platformunda öğretmenlerin kullanımına sunulan uzman öğretmen ve başöğretmen videoları hakkında Fen Bilimleri öğretmenlerinin görüşlerini tespit etmektir. Çalışma, nitel araştırma desenlerinden özel durum çalışması ile yürütülmüştür. Çalışmanın katılımcıları, 2022-2023 eğitim-öğretim yılında Bitlis’in Tatvan ilçesindeki ortaokullarda görev yapan altı Fen Bilimleri öğretmeninden oluşmaktadır. Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından geliştirilen altı açık uçlu sorudan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiştir. Çalışmada elde edilen veriler, içerik analizi ile çözümlenmiştir. Öğretmenler, eğitim videolarının faydalarına ve sınırlılıklarına dikkat çekmişlerdir. Öğretmenler eğitim videolarının faydalarını, öğretmenlik mesleğine katkı sağladığını, geleceğe yönelik hazırlayıcı olduğunu, temel konuları içerdiğini, çevre ve iklim değişikliği konusunda bilgilenmelerine katkı sağladığını belirtmişlerdir. Diğer taraftan öğretmenler eğitim videolarının sınırlılıklarını; fen bilimleri alanına katkısının olmadığını, teorik bilgiler içerdiğini, video içeriklerinin uzun olduğunu, görsel materyallerle yeterince desteklenmediğini, videoların sınav için yetersiz olduğunu ve sistem kaynaklı sorunların olduğunu ifade etmişlerdir. Çalışmanın sonunda; ÖBA platformundaki uzman öğretmen ve başöğretmen videolarının daha işlevsel olabilmesi için video eğitim sürelerinin uzatılması, izlenme sürelerinin kısaltılması, görseller-videolar ve içerikleri ile ilgili eksiklerin giderilmesinin gerektiği önerilmiştir.
Bu araştırma, Mardin ili ve çevresinde yaygın olarak yetiştirilen 10 ekmeklik buğday çeşidinin tane verimi ve tanedeki mikro ve makro element içeriği bakımından mevcut durumunu belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Mardin-Kızıltepe koşullarında 2019-20 ve 2020-21 yetiştirme sezonlarında yağışa dayalı şartlarda Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre 3 tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Varyans analiz sonuçlarına göre çeşitlerin tane verimi 186.4-247.7 kg/da, Zn içeriği 22.2-34.3 mg kg-1; Fe içeriği 27.0-41.6 mg kg-1; Mn içeriği 27.3-43.2 mg kg-1; Ni içeriği 5.66-8.10 mg kg-1; Cu içeriği 3.93-5.88 mg kg-1; Ca içeriği 633.8-1048.8 mg kg-1; Mg içeriği 846.9-1137.5 mg kg-1; K içeriği 2406.3-3279.2 mg kg-1; P içeriği 862.8-977.5 mg kg-1 ve Na içeriği bakımında ise 742.1- 876.8 mg kg-1 arasında değiştiği tespit edilmiştir. Pehlivan çeşidi, Zn, Fe, Ni, Cu, Mg, K ve Na içeriği bakımından, Ceyhan-99 çeşidi, tane verimi, Mn ve P içeriği bakımından, Sagittario çeşidi ise özellikle Ca içeriği bakımından üstünlük göstermiştir. Araştırma sonuçlarına göre Ceyhan-99 ve Pehlivan çeşitleri mikro ve makro element içerikleri ve özellikle tane verimi ve P içeriği bakımından yüksek değerlere sahip oldukları belirlenmiştir. Tane verimi yüksek çeşitler yetiştirildiği ve tanedeki mikro ve makro besin element içeriği zengin olan çeşitlerin zengin içeriğe sahip ürünleri tüketildiği takdirde bireyler ve toplum daha sağlıklı olacaktır. Bu çalışmada Ceyhan 99, Pehlivan ve Sgittario çeşitleri tane verimi için Mardin ili ve çevresine önerilebileceği, mikro ve makro besin içeriğinin zengin olduğu sonucuna varılmıştır.
The study was conducted to determine the adult population change, the period when they are active in nature, and the number of generations of the European grapevine moth, Lobesia botrana [Denis & Schiffermüller (Lepidoptera: Tortricidae)]. The study was carried out in vineyards having the Mazruni variety (unregistered), which is the most common grape in Midyat district of Mardin province, between 2014 and 2015. The results indicated that adults of the moths were first encountered in the pheromone traps in early April, and the pest population was high in both years (an average of 2173 adults/traps in 2014 and 1615 adults/traps in 2015). According to the results, the pest gives three generations, and three or four peaks (three main peaks during the season and a low peak at the end of the season) occur in the vegetation period of grapes. These peaks coincide with the flowering period (May 8-16), the berry (chickpea size) period (June 27-July 6), the sweetening period of the grains (July 27-August 15), and the sweetening-harvest period (September 17-19), respectively. The pest remains active in vineyards for approximately seven months, thereafter overwinters between late October and early November. The results obtained provide essential information that helps pest control at the appropriate time.
Su altı görüntülerinin, sudan geçen ışığın dalga boyuna bağlı olarak seçici zayıflama sonucunda kontrastı ve görünürlüğü oldukça düşük olmaktadır. Bu sebeple ilgili çalışmada sualtı görüntülerinde görüntü kontrastlarını iyileştirmek amacıyla literatürde ilk kez görüntünün parlaklık özelliklerini RGB uzayında değerlendiren Bağlamsal ve Değişken Kontrast (CVC) tabanlı bir yöntem önerilmiştir. Önerilen yöntem kontrastı iyileştirirken aynı zamanda sualtı görüntüsü üzerinde yerel renk düzeltmesi de yapmaktadır. Literatürde bu alandaki yöntemler kanalların global histogramı üzerinde çeşitli yaklaşımlar uygularken, önerilen yöntem HSV uzayında S ve V kanalındaki görüntüleri örtüşmeyen alt bloklara bölerek histogram eşitleme uygulamaktadır. Nitel analiz sonuçlarına bakıldığında, önerilen yöntemin diğer iyileştirme yöntemlerine kıyasla kontrast, renk ve ayrıntı bakımından çok iyi görüntüler ürettiği görülmektedir. Önerilen yöntem ayrıca çıktı görüntülerindeki mavi-yeşil efektini de azaltmaktadır. Nicel analiz olarak ise önerilen yöntem 200 sualtı görüntüsü için diğer çalışmalar arasında en yüksek ortalama entropi (7.86), EME (40.90), EMEE (32.13) ve Sobel (90982) değerini üretmektedir.
Bu derlemenin odak noktası, BCL-2 ailesi proteinlerinin apoptozu düzenlemedeki rolüdür. Apoptoz, gelişimsel süreçte ve stres yanıtı olarak ortaya çıkan çok önemli bir biyolojik süreçtir. Bozulmuş apoptotik mekanizma kanser gelişiminde merkezi bir rol oynar ve ayrıca bilinen sitotoksik tedavilerin etkinliğini azaltır. B-hücreli lenfoma 2 (BCL-2) protein ailesinin üyeleri, pro- veya anti-apoptotik aktivitelere sahiptir ve son on yılda apoptozu, tümör oluşumunu ve antikanser tedavisine hücresel yanıtların düzenlemedeki önemleri açısından yoğun bir şekilde incelenmiştir. Apoptoz kaynaklı hücre ölümünün indüklediği inflamatuar yanıtlardan dolayı günümüzde apoptozu hedef alan antikanser ilaçların geliştirilmesi giderek daha fazla dikkat çekici hale gelmiştir. BCL-2 ailesi proteinlerinin apoptoz regülasyon mekanizması araştırılmış ve bütün bulgular, BCL-2 ailesi proteinlerinin kanser tedavisindeki potansiyelinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
İzmir Körfezi’nde dağılım gösteren Hamsi popülasyonunun boy- ağırlık ve boy-boy ilişkisinin mevsimlere ve eşeylere göre çalışıldığı bu araştırmada Eylül 2020-Ağustos 2021 periyodunda körfezde avlanan ticari balıkçılardan toplam 905 adet birey elde edilmiştir. Eşeyi belirlenen 843 adet bireyin %35’i erkek %65’i dişi olarak saptanmıştır. Popülasyonun ortalama total boy ve ağırlık değerleri sırasıyla; 11.42±0.048 cm, 9.19±0.163 g’dır. Türün dişi, erkek ve tüm bireylerinde boy-ağırlık ilişkisi denklemi sırası ile: W=0.0027*TL3.321 (r2=0.933); W=0.0042*TL3.132 (r2=0.925); W=0.0030*TL3.272 (r2=0.931) olarak hesaplanmıştır. Sonuç olarak, popülasyonun dişi, erkek ve tüm bireylerinde pozitif allometrik büyüme belirlenmiştir. Ayrıca tüm bireyler için hesaplanan boy-boy ilişkisi parametrelerinin yüksek düzeyde ilişkili olduğu saptanmıştır (r²>0.959, P<0.05).
Mining, urban or industrial solid, gas and liquid wastes, pesticide and artificial fertilizer use, paint industry and car exhaust gases cause the release of heavy metals to the nature. This heavy metal stress caused by environmental pollutants limits the growth of plants and reduces product yield and quality. At the same time, heavy metal stress interferes uptake, transport, and utilization of plant nutrients by plants. Consequently, this study was performed to evaluate toxicity and tolerance of lead, cadmium and chromium in switchgrass that can adapt to a wide range of habitats and climates. In order to determine the effects of heavy metals on the nutrient uptake, the switchgrass plant (Panicum virgatum L.) was grown in artificially contaminated soil with different concentrations of Cd, Pb, Cr solutions. The changes in macro- and micro-nutrient contents in the switchgrass as affected by the different concentrations of the applied metals were evaluated. Although chromium, cadmium and lead have phytotoxic effect and are non-essential elements for plants, it was observed that these elements easily absorbed and accumulated in the aboveground parts of switchgrass. In general, it was found that macro- and micro-nutrient concentrations in the switchgrass were significantly or relatively decreased in different doses of Pb, Cd and Cr applications. Only Ca concentrations in the plant increased significantly with the applied different Pb doses, due to the competition of Ca2+ and Pb2+ for introduction to stem cells. However, the obtained results were interpreted using linear regression and Pearson correlation.
Bu çalışma, Silopi ilçesinde tarımsal üretimin yaygın olarak yapıldığı toprakların bazı fiziksel, kimyasal özellikleri ve besin elementi içeriklerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla; Çardaklı, Başverimli, Ortaköy, Atak, Bostancı, Çiftlik, Yeniköy, Yolağzı, Üç ağaç, Keruh ve Bozalan köyleri ile Şehit Harun Boy mahallesinden 20 ayrı noktadan iki farklı derinlikte (0-30 cm ve 30-60 cm) toprak örnekleri alınmıştır. Alınan toprak örneklerinde tekstür, pH, EC, organik madde, kireç, yarayışlı P, değişebilir K, Ca, Mg ve Fe, Zn, Mn, Cu belirlenmiştir. Elde edilen bulgulara göre; çalışma alanı topraklarının tekstürü %80 oranında kumlu killi tınlı bünyeye sahip, pH'sı hafif ve orta alkalin sınıfında yer alırken, büyük bir kısmında tuzluluk problemi bulunmamaktadır. Toprakların organik madde içerikleri %0.16-%3.89 aralığında belirlenmiş olup organik madde sınıfları çok az ve az sınıfında bulunmuştur. Araştırılan toprakların kireç içeriği ise yüksek bulunmuştur. Makro besin elementlerinden değişebilir Ca, Mg, K ile mikro elementlerden Fe, Cu, Mn yeterli düzeyde bulunurken toprakların %27.5’inde P, %20’sinde ise Zn noksanlığı olduğu belirlenmiştir.
Bu çalışma, üç farklı vejetasyon döneminde hasat edilerek silolanan sirken (Chenopodium album L.) bitkisinin, silaj kalitesi, in-vitro sindirilebilirlik ve enerji içerikleri ile nispi yem değerinin (NYD) belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Yapılan silajlarda ham besin madde düzeyleri, in vitro sindirilebilirlik ve enerji içerikleri, Fleig puanları ile NYD; silaj sıvılarında pH, amonyak azotu (NH3-N) ve uçucu yağ asitleri (UYA) konsantrasyonları belirlenmiştir. Silajlarda en düşük KM (%24.01), NDF (%44.07), ADF (%28.14) ve pH (4.70) ile en yüksek HP (%14.45), AA (%6.50), NYD (141.50), KMS (%69.43), OMS (%66.00), SE (2.91), ME (2.39) ve NEL (1.50) değeri çiçeklenme başlangıcı dönemde; en yüksek LA (%3.01) çiçeklenme ortası dönemde; en düşük HK (%9.51) ve BA (%9.51) ile en yüksek HY (%2.92) değeri ise tohum bağlama döneminde tespit edilmiştir. Tüm bu silaj parametreleri için gruplar arasındaki farklılık önemli (P<0.05) bulunmuştur. Sirken otunun, yüksek proteinli olmasına ve silajların katkısız olarak yapılmasına rağmen, belirlenen tüm parametreler ile tüm gruplarda tatmin edici düzeyde ve “iyi” nitelik sınıfında silajlar elde edilmiştir. Bitkinin çiçeklenme başlangıcı ile çiçeklenme ortası olan dönemlerde ve özellikle kolay eriyebilir bir karbonhidrat kaynağı ile silolanması durumunda, silajların daha kaliteli olacağı sonucuna varılmıştır.
İklim değişikliği ve diğer antropojenik etkilere karşı kırılgan olan sulak alanlar, ekosistemdeki en verimli ve karbon açısından zengin bölgeler arasındadır. Özellikle kıyı sulak alanları, dolgu, yapılaşma ve yol gibi insan kaynaklı müdahalelerle tehdit altındadır. Çalışma, bir kıyı sulak alanı olan Van Kalesi ve Çevresi Doğal Sit Alanı ele almaktadır. Uygun mekânsal korelasyon ve regresyon yöntemleri kullanılarak yapılan analiz ve değerlendirmeler sonucunda, iklim değişikliği değişkenlerinde artma ve azalma eğilimleri olduğu tespit edilmiştir. Uydu görüntüleriyle yapılan ölçümler sulak alanda dolgu ve yol yapımı sebebiyle önemli oranda tahribat ve arazi kullanımı değişimi olduğunu göstermektedir. CORINE arazi örtüsü haritalarının analiz sonuçları arazi örtüsü değişimini desteklemekte ve sulak alanlarda azalma olduğunu göstermektedir. Çalışma sonucunda, alana yaklaşık 353.000 m² dolgu ve 8.5 km yol yapıldığı ve dolayısıyla şehirde müdahale edilen alan kadar ekosistem hizmetinin devre dışı kaldığı tespit edilmiştir. Daha büyük tahribatları önlemek amacıyla, alanın kesin korunacak alan ya da nitelikli koruma alanı olarak tescillenmesi gerekmektedir.
Bu çalışmada bir HAD simülasyonunda, akış alanının ağ çözünürlüğünün yeterli olup olmadığını belirlemek için yapılan ağ bağımsızlığı testlerine Richardson Ekstrapolasyonu ve ağ yakınsama indeksi (GCI) yaklaşımı uygulaması gerçekleştirilmiştir. Simülasyonlarda son yıllarda popüler hale gelen DrivAer jenerik araç geometrisi, aerodinamik sürükleme kuvveti bakımından incelenmiştir. Ansys Fluent yazılımı kullanılarak kapalı gövde fastback, estateback ve notchback modellerinin simülasyonları gerçekleştirilmiştir. Ağ elemanı sayıları artırılarak oluşturulmuş üç farklı ağ çözünürlüğünün yanısıra, dördüncü bir ağ seviyesi, GCI’ inden yararlanılarak oluşturulmuş ve deneysel verilere yakınsama açısından test edilmiştir. Sonuç olarak, bu yeni ağ seviyesi ile ağ sayısında çok fazla artışa gerek kalmadan, bütün araç modellerinde deneysel verilere kıyasla sürükleme katsayısı (C_D) için hata oranı %3’ün altına indirilmiştir.
Hafif metalik mühendislik malzemelerinden biri olan AZ91 magnezyum alaşımı; sahip olduğu düşük yoğunluk ve yüksek özgül mukavemet özelliklerinden dolayı endüstrinin birçok alanında yapı malzemesi olarak tercih edilmektedir. Ancak AZ91 alaşımının sahip olduğu güçlü yapısal özelliklerine rağmen yüzey özelliklerinin sınırlı olması, saldırgan ortamlarda ve aşırı yük altında düşük dayanıma sahip olmasına dolayısıyla bu alaşımların kullanımlarının sınırlı kalmasına neden olmaktadır. Bu alaşımların zayıf yüzey özelliklerini geliştirmek ve endüstrinin farklı alanlarında kullanımlarını arttırılabilmek için yüzey kaplama işlemleri uygulanabilmektedir. Bu çalışmada; AZ91 magnezyum alaşımının yüzey özelliklerini iyileştirilebilmek amacı ile soğuk sprey (SS) yöntemi ile Al kaplamaların büyütülmesi amaçlanmıştır. Büyütülen kaplamaların yapısal morfolojik analizleri kaplamaların XRD ve SEM analizleri ile sertlik değerleri ise mikro sertlik ölçme yöntemiyle tespit edilmiştir.
Al alaşımı üzerinde Mikro ark Oksidasyon (MAO) yöntemiyle büyütülen kaplamaların yapısı ve özellikleri üzerine Bor karbür (B4C) katılmasının etkisi, sodyum fosfat, sodyum silikat ve potasyum hidroksitten oluşan bir çözelti içerisinde gerçekleştirilerek araştırılmıştır. MAO, B4C parçacıkları eklenmiş ve eklenmemiş çözeltilerde Al 2024 alaşımı üzerine uygulanmıştır. MAO kaplamalarının faz bileşimi ve mikro yapısı X-ışını kırınımı difraktometresi (XRD) ve taramalı elektron mikroskobu (SEM) kullanılarak değerlendirilmiştir. Ayrıca kaplamaların, mikrosertlik değerleri mikrosertlik test cihazı kullanılarak tespit edilmiştir. Al alaşımı üzerindeki oksit kaplamaların birincil olarak γ- Al2O3'ten oluştuğu gözlenmiştir. Solüsyona ilave edilen B4C partiküllerinin eklenmesi, MAO kaplamalarının Al alaşımları üzerindeki oluşum hızını ve kompaktlığını iyileştirdiği ve X-ışını kırınımı yoluyla kaplamalarda B4C varlığı tespit edilmiştir. Yüksek sertlik ve iyi kimyasal stabiliteye sahip B4C parçacıkları, MAO kaplamalarında eşit olarak dağıldığı gözlenmiştir. Bu nedenle, B4C takviyeli MAO kaplamaların sertlik değeri, Al alaşımları üzerindeki B4C ilave edilmeyen oksit kaplamalardan belirgin şekilde yüksek olduğu gözlenmiştir.
Havacılık ve uzay endüstrisinde yapısal bir parçanın üretiminde tasarım, yük, analiz süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütülmesi gerekmektedir. Konsept tasarım sürecinde en önemli unsur parçanın en hafif şekilde görevini yerine getirebilmesidir. Bu çalışmada uçak kanat tasarımı Catia yazılımı kullanılarak yapılmıştır, alüminyum 7050 ve HexplyAS4/8552 kompozit malzemeleri için analizler gerçekleştirilmiştir. Sonlu Elemanlar Yöntemi yaklaşımı kullanılarak Hypermesh yazılımı yardımıyla Topoloji Optimizasyonu gerçekleştirilmiştir; birçok iterasyon uygulanarak tasarımda hafifletme çalışmaları için geometrik değişikliklere karar verilmiştir. Optimizasyon sonucunda ortaya çıkan kanat geometrisi yapısal olarak analiz edilip mukavemet kontrolü yapılmıştır. Geometrinin bütünlüğünü sağlayan bağlantı elemanlarının statik hesaplamaları da gerçekleştirilmiştir. İncelenen malzemeler için müsaade edilebilir tasarım değerlerine uygun sonuçlar elde edilmiştir. HexplyAS4/8552 kompozit malzeme hafiflik açısından ön plana çıksa da kullanılabilirlik ve üretime uygunluk açısından alüminyum 7050 malzemesi seçilmiştir.
Bu çalışmada ısı değiştiricilerinde farklı tip nanoakışkanlar kullanılarak ısı borularının termal verimini etkileyen parametreler Taguchi yöntemi ile optimize edilmiştir. Deney tasarımı termal verimi etkileyen dört parametre için üç seviyede L27(3^4) ortogonal serisine göre gerçekleştirilmiştir. Deneyler %0.2-0.4-0.6 derişimlerde, Alüminyum Oksit (Al2O3), Titanyum dioksit (TiO2) ve Silisyum dioksit (SiO2) için yapılmıştır. Nanoakışkan süspansiyonlarında temel sıvısı olarak izopropil alkol kullanılmıştır. Evaporatör bölgesindeki giriş sıcaklıkları 40-60-80°C, kondenser bölgesindeki hava hızları 0.4-0.8-1.2m/s olarak belirlenmiştir. Yapılan deneyler sonucunda ısı borularının ısıl verimleri hesaplanmıştır. Varyans analizi (ANOVA) ile modelin doğruluğu test edilmiş ve optimum parametreler; nanopartikül SiO2, derişim 0.4, evaporatör giriş sıcaklığı 80°C ve kondenserdeki hava hızı 1.2m/s olarak elde edilmiştir.
Bu çalışmada, Van Gölü havzasındaki Van ve Arin Göllerinin trona ve soda külü zenginliği araştırılmıştır. Sodyum ve karbon yönünden zengin bu göllerde doğal buharlaşma ile mevcut trona çökelmesi gözlemlenmiş ve göl sularından kimyasal yöntemlerle trona ve soda külü elde edilmiştir. Göllerden alınan 400 ml su numunesi üzerinde buharlaştırma, kalsinasyon, liç ve santrifüjleme yöntemleri uygulanmıştır. Bu deneyler sonucunda Van ve Arin Gölü sularından sırasıyla 1 ve 3 gr trona ve soda külü elde edilmiştir. Bu veriler, 1 litre suda sırasıyla ortalama 2.5 ve 7.5 gr trona ve soda külü elde edilebileceğini göstermektedir. Nihai ürün olarak elde edilen soda külünün karakterizasyonunu belirlemek amacıyla X-ışınları kırınım (XRD), taramalı elektron mikroskobu (SEM-EDX) ve X-ışınları floresans (XRF) analizleri yapılmıştır. Nihai ürün üzerinde gerçekleştirilen XRD ve XRF analizleri, örneğin tamamına yakınının Na2CO3 (sodyum karbonat; soda külü) içerdiğini ve %65 oranında Na2O içeriğine sahip olduğunu göstermiştir. SEM-EDX analizleri ham trona örneğine göre nihai ürünün Na ve C elementlerince zenginleştiğini ve nihai ürünün %57-65 arasında Na2O içeriğine sahip olduğuna işaret etmiştir. Tüm bulgular, Van ve Arin göl sularının trona ve soda külü bakımından zengin olduklarını ve kimyasal yöntemlerle göl sularından soda külü elde edilebileceğini ortaya koymuştur.
The aim of this study is to produce iron III oxide (Fe2O3) nanoparticles due to their wide application area. The ethanolic extract of curcuma was used in the synthesis method due to number of advantages. These benefits include being inexpensive, widely accessible, simple to extract, and less prone to contamination. The produced particles were analyzed via scanning electron microscope (SEM), energy dispersive analysis (EDX), and transmission electron microscope (TEM). Furthermore, the zeta potential of Fe2O3 particles was determined, ultraviolet–visible spectroscopy (UV) analysis and fourier transform infrared spectroscopy (FTIR) analysis were done. According to the results obtained, granular nanoparticles with particle sizes ranging from 30 to 80 nm were synthesized and it was determined that they were sufficiently stable.
Van ili depremlerin sıklıkla gözlendiği şehirlerimizden birisidir. Son 100 yıl içerisinde Van ili ve çevresinde beşten fazla yıkıcı deprem meydana gelmiş, önemli can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Hem 2011 yılında Van ilinde yaşanan depremlerde hem de 2023 yılında yaşadığımız Pazarcık-Elbistan merkez üslü depremlerde kanalizasyon sistemlerinden meydana gelen deformasyonun afetin boyutunu ve etkisini çok fazla arttırdığı görülmüştür. Bu çalışmanın amacı, Van merkez ilçelerinde yer alan kanalizasyon alt yapısındaki boruların deprem performansını coğrafi bilgi sistemlerinin kullanarak çok kriterli karar analizi ile değerlendirilmesidir. Çalışmada oluşturulan model üç ayrı faktörü içerir, bunlar; aktif fay hatlarına mesafe, boru tipleri ve zemin özellikleridir. Kanalizasyon boru sistemlerinin deprem duyarlık haritası, tüm tanımlı faktörlerin birbiri ile kıyaslanmasından oluşan karşılaştırma matrisi kullanılarak elde edilmiştir. Duyarlılık haritasına göre, fay hattına 4 km’den daha yakın mesafede konumlanmış kanalizasyon alt yapısında yer alan boruların, fay hatları tarafından üretilen depremlerde %45’nin yüksek veya çok yüksek hasar görebileceği şeklindedir. Özellikle Van Gölü’ne yakın kesimlerde yer alan İskele Mahallesi ve Edremit ilçe sınırlarının kuzey kesimlerinde yer alan kanalizasyon sistemleri yüksek risk altındadır. En önemlisi kentleşmenin en yoğun olduğu İpekyolu ilçesinin batı kesimleri, Tuşba ilçesinin güney kesimleri ile Edremit ilçesinin kuzeydoğu alanları ise yüksek risk altında olup, bu alanlar toplam kanalizasyon alt yapısının %39’unu oluşturmaktadır. Çalışmada uygulanan yöntem deprem esnasında gelişen deformasyonlara karşı güvenilir ve doğru bilgilerin elde edilmesine imkân tanımıştır. Bu bağlamda üretilen duyarlılık modeli ile hasar görebilirlik analizi, özellikle yüksek duyarlı alanlarda, alt yapı borularının depremden önce yapılacak olan uygulamaların çok daha düzenli ve planlı bir şekilde yürütülmesinde önemli rolleri olacaktır.
In this study, initial and final setting time, compressive strength, and photon attenuation properties of cement mortar samples produced with 0.5%, 1%, 2%, and 4% nano-scale SiO2 addition were investigated. For this purpose, cement mortar samples were prepared and cured for 1, 2, 7, 28, and 90 days. Increases in compressive strength values were observed in the early curing ages, with a slight decrease of 3.17% and 0.33% for low nano-SiO2 rates (0.5% and 1%) in later ages. In addition, these results were evaluated with Scanning Electron Microscope (SEM) images. In the samples added 4% nano-SiO2, there was a 13.3% and 9.09% reduction in the initial and final setting times, respectively. Furthermore, mass attenuation coefficients were compared for different cure ages. It was aimed to determine the effect of the curing time on the photon attenuation property by adding nano-SiO2 to the concrete.
The quality and consistency of historical temperature and precipitation records are extremely important to researchers who study water resources, hydrological processes, and climate change. In this regard, Homogeneity tests are helpful tools for managing the accuracy and consistency of the data. In this study, the homogeneity of long-term annual and seasonal precipitation and temperature records obtained from five meteorological stations located in Van, Turkey, is examined using Standard Normal Homogeneity (SNHT), Pettitt (PT), Buishand Range (BR), and Cumulative Deviation (CD) tests at a significance level of 0.05. Finally, change-points were determined for each station where the homogeneity was disturbed. As a result of the study, there is mostly homogeneity in the precipitation data, and the homogeneity in the temperature data is deteriorated. The results of this study constitute a source of information in terms of the reliability of the meteorological data series. As a result, the reliability of the data should be questioned in the hydrological studies to be carried out in the Van region and the data should be made reliable in the projects to be carried out.
Fermente gıdalar, konakçı canlının bağırsağında canlı ve yeterli sayıda bulunduklarında konakçının sağlığını olumlu yönde etkileyen probiyotik mikroorganizmaları içeren gıdalardır. Bununla birlikte, bu gıdaların probiyotik mikroorganizma içermesi, “probiyotik gıda” olarak tanımlanmaları için yeterli değildir. Bu çalışma, yaygın olarak tüketilen bazı fermente ürünlerin laktik asit bakteri (LAB) sayısı ve simüle edilmiş gastrointestinal sindirim sonrası LAB sayılarını belirleyerek bu gıdaların probiyotik gıda olma potansiyellerini ortaya koymak ve tüketicilerde farkındalık oluşturmak için yapılmıştır. Çalışma sonucunda en yüksek LAB içeren fermente ürünler sırası ile endüstriyel kefir (7.52 log kob/g), geleneksel yapım kefir (6.99 log kob/g), geleneksel turşu (6.84 log kob/g), koyun sütünden yapılan ev yoğurdu (5.41 log kob/g), inek sütünden yapılan ev yoğurdu (4.76 log kob/g) olarak belirlenmiştir. Simüle edilmiş gastrointestinal sindirim sonrası LAB sayılarında en yüksek değerin ev yapımı kefir (5.01 log kob/g), endüstriyel kefir (4.1 log kob/g), koyun sütünden yapılmış ev yoğurdu (3.14 log kob/g) ve geleneksel turşu (2 log kob/g) olduğu ortaya konulmuştur. Sonuç olarak kefirin yüksek oranda LAB içerdiği tespit edilmiştir. Simüle edilmiş sindirim sonrasında da LAB miktarının büyük bir kısmının korunduğu belirlenmiştir. Kefirin probiyotik gıda olma potansiyelinin olduğu ve düzenli tüketildiğinde probiyotiklerden beklenen etkiyi sağlayabileceği düşünülmüştür.
Medical devices are fundamental to preventing, diagnosing and treating disease and high availability of them is vital for the uninterrupted operation of a hospital. That is why hospitals should plan and carry out maintenance activities to keep their medical devices in a healthy operating condition. The effectiveness of these activities can be increased by determining the maintenance priorities of devices. On the other hand, setting individual priorities for each device becomes complicated when a hospital has hundreds of medical devices. In this concern, grouping medical devices and determining group-based maintenance priorities will be more advantageous for maintenance planning. In this study, a novel approach is proposed for the maintenance prioritization of medical devices in a new hospital. In the proposed approach, first prioritization attributes are defined and weighted using the analytical hierarchy process (AHP). Then, medical devices are grouped based on the predetermined attributes by using data clustering. Finally, maintenance priorities of medical device clusters are determined based on the weighted sum of cluster centers.
Hidroelektrik santralleri suyun hidrolik gücünü kullanarak elektrik üreten, yüksek verimli enerji santralleridir. Santrallerde birçok nedene bağlı olarak oluşan tahribatlar zamanla teçhizatlardaki verimlilik kayıplarını artırmakta ve santralin performansını düşürmektedir. Santrallerde en fazla verimlilik kaybının gerçekleştiği kısım türbin ve türbin bileşenleridir. Santral verimliliğinin düzenli olarak izlenmesi, kestirimci bakımlarla teçhizatların korunması, santralin ekonomik işletme ömrünün uzatılması gibi amaçlar elektrik üretiminde temel politikalar haline gelmiştir. Hidrolik santrallerde farklı debi ölçüm metotları kullanılarak yapılan türbin performans testleri, bu amaçların gerçekleşmesinde büyük katkılar sunmaktadır. Bu çalışmada, Dikey Francis tipi türbinlerin kullanıldığı Alpaslan-1 HES’in bir ünitesinde boya seyreltme metodu kullanılarak debi ölçümü ve türbin performans testleri gerçekleştirilmiştir. Ünitede kurulumu yapılmış olan verim izleme sisteminden de yararlanılarak yapılan testlerde, santralin devreye alındığı 2012 yılından testlerin yapıldığı zamana kadar geçen sürede türbin veriminde %3.5’lük bir kaybın olduğu tespit edilmiştir.
Makine öğrenmesi ve doğal dil işleme alanındaki gelişmelerle birlikte her alanda olduğu gibi hukuk alanında da çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Makine öğrenmesi ve doğal dil işleme teknolojileri, hukuk alanındaki yazılı metinlerin otomatik olarak analiz edilmesine ve sınıflandırılmasına yardımcı olmuştur. Bu sayede, avukatların ve yargıçların büyük miktarda yasal metni hızlı bir şekilde okuyup anlamaları mümkün hale gelmiş ayrıca, makine öğrenmesi ve doğal dil işleme teknolojileri, hukuk alanında karar verme sürecinde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu teknolojiler, hukuk davalarının sonuçlarını tahmin etmek ve olası sonuçları değerlendirmek için kullanılmış bunun yanı sıra, makine öğrenmesi ve doğal dil işleme teknolojileri, hukuk alanında daha önceki kararların analiz edilmesi ve bu kararlardan öğrenme yapılması için de kullanılmıştır. Bu sayede, benzer davalar için önceden verilmiş kararlar incelenerek yeni davalar için fikir yürütülebilir hale gelmiştir. Bu çalışmada da Uyuşmazlık Mahkemesinin olumsuz görev uyuşmazlığı davalarında vermiş olduğu kararlar adli ve idari olmak üzere iki sınıfa ayrılarak tahmin edilmeye çalışılmıştır. Doğal dil işleme yöntemleriyle veri ön işleme ve ardından TF-IDF öznitelik çıkarımı yapılan mahkeme kararları makine diline çevrilmiş ardından makine öğrenmesi algoritmalarından lojistik regresyon, destek vektör makineleri, karar ağaçları ve rassal orman algoritmalarıyla sınıflandırılmıştır. Kullanılan sınıflandırma tekniklerinin performans değerlendirmeleri yapılarak mahkeme kararları %87 oranında doğruluk değerleri ile tahmin edilmiştir. Çalışma sonuçlarının bilim dünyası ile birlikte hukuk aktörleri için de olumlu sonuçları olacağı görülmektedir.
Stock market index data, foreign currency, and gold have an important place in financial time series. Therefore, value or direction of movement estimation studies on this subject attracts the attention of both investors and researchers. This study aims to estimate the daily value of the US Dollar, Gold, and Borsa Istanbul (XU) 100 index using deep learning methods: Recurrent Neural Networks and Long-Short-Term Memory. A data set consisting of 2280 business days between 2013-2022, which includes the date, US Dollar, Gold, and XU 100 closing data, was used in the study. Mean absolute error, mean square error, root mean square error, and coefficient of determination were used to evaluate the performance of the developed prediction models. When the results were examined, it was seen that the Long-Short-Term Memory algorithm performs better than the Recurrent Neural Network algorithm and achieved a determination coefficient value of over 95% for the US Dollar, Gold, and XU 100 index. Moreover, the findings obtained in the study indicate that deep learning algorithms can show high prediction performance on financial time series without using extra independent variables.
Ribonucleic acids (RNAs) are nucleic acid types with 1D/2D/3D structural shapes and are essential for sustaining life. These structural shapes of the RNAs are highly correlated with their functions. While the primary and secondary structures of RNA have been extensively studied, the tertiary structure has received relatively less attention. In this article, we present novel approaches for representing 3D RNA structures as graph data, employing geometric measurements such as Base position, Square root velocity function (SRVF), Arc length, and Curvature. Then, we utilise kernel methods and neural network methods to predict RNA functions. Our findings demonstrate the effectiveness of these methodologies in unraveling the functional attributes of RNA molecules, thus enriching our understanding of their complex biological significance.
In this paper, we have delivered asymptotic stability results for solutions to non-autonomous nonlinear neutral systems. The acquired stability results are independent of the delays, and the delays are also both time-variable and unbounded. Additionally, the results were described as a convex optimization problem, and an example was used to examine the results' feasibility and efficacy.
Trafik kazaları hem can hem de mal kaybına sebebiyet veren çok önemli bir felakettir. Trafik kazalarına neden olan unsurlar: sürücü kusuru, yolcu kusuru, yaya kusuru, yol kusuru ve araç kusuru olarak tanımlanmıştır. Bu çalışmada Türkiye genelinde 2008-2021 yılları arasında meydana gelen ölümlü ve yaralanmalı trafik kaza sayıları ve buna sebep olan kusurlar ele alınarak Genelleştirilmiş Doğrusal Modeller (GDM) yardımı ile analiz edilmiştir. GDM özellikle hatanın dağılımın Normal dağılıma uymadığı, sabit varyans olmadığı, yanıt değişkeninin kategorik ya da kesikli olduğu durumda doğrusal modeller yerine kullanılan ve daha esnek olan bir yöntemdir. Kaza sayısında yıllara göre değişim olup olmadığı ve en çok hangi kusur sebebiyle kazaların meydana geldiği araştırılmıştır. Kaza sayıları değişkeninde aşırıyayılım söz konusu olduğundan aşırıyayılım durumunu dikkate alan ve Poisson dağılımın kullanıldığı GDM ile çözümleme yapılmıştır. Çözümleme sonucunda hem yıl değişekenine ait hem de kusur değişkenine ait parametre tahminleri elde edilmiştir. Sonuçlara göre ölümlü ve yaralanmalı kazalara sebebiyet veren kusurlar içinde en yüksek oranı sürücü kusuru oluşturmaktadır. Yıllara göre ölümlü ve yaralanmalı kaza sayılarında anlamlı bir düşüş olmadığı gözlemlenmiştir.
Piroliz, organik maddelerin oksijensiz ortamda ısıtılması neticesinde meydana gelen ısıl parçalanma olayıdır. Biyokütle katalitik piroliz prosesi ile enerji değeri yüksek sıvı ürünlere dönüştürülmektedir. Katalizör olarak metal destekli/desteksiz MCM-41 katalizörleri kullanılmıştır. Katalizör sentezinde hidrotermal yöntem kullanılmıştır. Bu amaçla bu çalışmada crambe orientalis bitkisi 400 oC sıcaklıkta ve kütlece %5 ve %25'lik MCM-41, MCM-41/Al, MCM-41/Fe katalizörleri varlığında piroliz edilmiştir. Kütlece %5 ve %25 oranları için en yüksek üst ısıl değeri MCM-41 katalizörü varlığında sırasıyla 23.87, 23.95 olarak elde edilmiştir. Katalizörler X-Ray diffraction (XRD), Scanning electron microscopy (sem) with energy dispersive x-ray analysis (EDX) ve energy dispersive spectroscopy (EDS) yöntemleri ile karakterize edilmiştir. Elde edilen sıvı ürünler gas chromatography- mass spectrometry (GC-MS), Elementel ve fouirer transform ınfrared spektrofotometre (FT-IR) analiz yöntemleri ile incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre Crambe orientalis bitkisi biyokütle kaynağı olarak kullanım potansiyeline sahiptir. Katalizörler ürün bileşimi üzerine etkilidir.
Bu çalışmada mekanik alaşımlama yöntemi ile Argon atmosferi altında eş molar nanokristal Fe-Si-Cu (at.%) ve Fe-Si-Nb (at.%) alaşımları sentezlenmiştir. Deney parametreleri 350 rpm, 10:1 BPR, 120 saat olarak belirlenmiştir. Sentezlenen alaşımların faz yapıları X-Işınları difraktometresi ile, morfoloji ve elementel analizleri SEM-EDS ile, manyetik özellikleri ise oda sıcaklığında titreşimli örnek manyetometresi (VSM) tekniği ile araştırılmıştır. Fe-Si-Cu alaşımının kristalit boyutu öğütme başlangıcı, 30, 60 ve 120 saat öğütme sonrası sırasıyla 102.3, 22.5, 15.9 ve 8.6 nm, örgü gerinimleri ise % 0.164, % 0.510, %0.672 ve %1.165 olarak bulunurken, Fe-Si-Nb alaşımı için ise kristalit boyutlar 140.8, 42.9, 16.8 ve 7.8 nm, örgü gerinimleri ise % 0.134, % 0.301, % 0.639 ve % 1.271 olarak hesaplanmıştır. Manyetizma sonuçlarına göre, Fe-Si-Cu (at.%) alaşımının doyum manyetizasyonu (Ms) 3146 emu/g olarak bulunurken, Fe-Si-Nb (at.%) alaşımının doyum manyetizasyonu 8.91 emu/g olarak bulunmuştur. Fe-Si alaşım sistemine Nb katkısının kuarzivite değerlerinde artışa sebep olduğu belirlenmiştir.
In this study, the characterization study of the oil of linden seeds obtained by the extraction method was carried out. The outer shells of linden seeds collected from Malatya region in August 2018 were cleaned before extraction. Hexane, ethyl alcohol and acetone were used as solvents. Elemental analysis, XRD (X-Ray Diffraction), SEM (Scanning Electron Microscopy), ash determination and saponification number determinations were performed for characterization processes. After the analysis, the oil yield with ethyl alcohol was determined as 33% by weight with acetone, 28.65% for hexane and 28% for acetone. In linden seed fatty acid, it was determined as oleic acid: 27.442 for acetone, 30.852 for hexane, 10.955 for acetone by weight, 11.929 for hexane, linoleic acid: 51.188 for acetone, 44.145 for hexane. The soap number value was determined as 232.48 mg KOH/g for ethyl alcohol, 176.72 mgKOH/g for hexane and 246.94 mg KOH/g oil for acetone. While the ash determination value was 5.755% for the seed, the shell ash was determined as 2.1% differently.
Based on the density functional theory and first-principal calculations, the physical properties of the Zr3GeO8 crystal for the ground state were calculated. In all calculations, the Density functional theory based ABINIT package program was used. Investigations were made under the local density approximation. The geometric optimization of the Zr3GeO8 crystal, the state density of the valence electrons, the electronic band structure to understand the conductivity character of the crystal, and the linear optical properties to see the response of the material to the electromagnetic wave were calculated. In addition, dynamic-thermodynamic properties were calculated for the Zr3GeO8 crystal. According to the calculated structural optimization and electronic band structure, the band gap of the Zr3GeO8 crystal is 4.4663 eV and it has been obtained that it has an indirect band gap. For the Zr3GeO8 crystal, some constants such as energy loss functions, reflectivity, and absorption coefficient are calculated depending on the ground state linear optical properties and linear optical properties. The phonon distribution, state density and contribution of each atom to the density of state the Zr3GeO8 crystal were calculated. Finally, free energy, internal energy, entropy, and heat capacity were calculated for the Zr3GeO8 crystal.
Zayıf manyetik alan ölçümleri için kullanılan fluxgate sensörler uzay ortamındaki çevresel faktörlerden oldukça fazla etkileniyor olsa da uzay görevlerinde kanıtlanmış performansları ve güvenilirlikleri dolayısıyla oldukça yaygın tercih edilirler. Çevresel faktörler uzay araçlarının görevini kısmen ya da tamamen engelleyebilecek büyük sorunlara neden olacağından, bu çalışmada çevresel faktörlerden biri olan radyasyonun sadece sensör nüvesi üzerinde etkileri incelenmiştir. Üç farklı dozda Gama radyasyona maruz bırakılan nüvelerin karakterizasyon ölçümleri yapılmıştır. Hassasiyet ölçümlerinden elde edilen ölçek faktörlerinin çok az farkla birbirlerine yakın olduğu görülmüştür. Ayrıca yapılan gürültü analizlerinden artan radyasyon miktarıyla gürültü seviyesinin ise nT mertebesinde arttığı gözlenmiştir.
Bu makalede Van topraklarından izole edilen Colpoda Ö. F. Müller 1773 cinsine ait dört siliyat siliyat türünü hem morfolojik hem de 18S rDNA gen dizisine dayalı filogenetik olarak inceledik. C. lucida, C. magna ve C. maupasi morfolojik olarak literatür verileri ile uyumludur. Morfolojik karakterleri bakımından daha önce tanımlanmış herhangi bir popülasyon ile eşleşmeyen bir popülasyon ise Colpoda sp. olarak sunuldu. C. lucida ve C. magna Türkiye siliyat faunasına ilk kez bu çalışma ile kaydedilmiştir. Filogenetik analizlerde (ML ve BI) Colpoda cinsi üyeleri dış grup olarak kullanılan türlerden tam destek ile ayrılmıştır. Bu çalışmada izole edilen C. lucida ve C. magna filogenetik ağaçlarda daha önce tanımlanmış türdeşleri ile birlikte konumlanırken C. maupasi popülasyonunun morfolojik olarak benzer olmamasına karşın C. eucaudata ile daha yakın konumlanmıştır. C. lucida türdeşlerinin bazal pozisyonunda onlardan genetik olarak farklılaşmış olarak yer almaktadır. Colpoda sp. ise diğer hemcinslerinden farklı bir kol üzerinde Colpoda sp. (JF747216) popülasyonu ile kardeş pozisyonda ve ondan genetik olarak uzak pozisyonda konumlanmıştır. Colpoda sp.’nin filogenetik pozisyonu ve genetik farklılığı onun yeni tür olmaya aday olduğuna işaret etmektedir.
Fenolik bileşiklerin birçok antioksidan, antimikrobiyal, antienflamatuar, antioksidan, antitümör, kardiyoprotektif, nöroprotektif ve antidiyabetik aktiviteleri vardır. Orkidelerde fenoliklerle ilgili bilgiler çok azdır ve orkide yumruları önemli droglardan biridir. Bu nedenle çalışmada; hazır materyal olarak elimizde bulunan Orchidaceae familyasından Ophrys sphegodes Mill. subsp. mammosa (Desf.) Soó ex E. Nelson (Kedikulağı) taksonuna ait yumrularda fenolik bileşiklerin tespiti amaçlanmıştır. Bunun için çiçeklenme aşamasında bitkilerden yumrular alınmış, bu yumrulardan LC-MS/MS ile fenolik bileşik analizi yapılmıştır. Yumru örneklerinde 27 değişik fenol taranmış ve 12 fenole rastlanmıştır. Yapılan analiz sonucunda O. sphegodes subsp. mammosa yumrularında Gallik Asit, Protokatekuik Asit, 2,5-Dihidroksibenzoik Asit, Klorogenik Asit, P-kumarik asit, Rutin, Trans Ferrulik Asit, Propil Gallate, Kersetin, Lutolein, Kamferol, Izoramnetin tespit edilmiştir. En fazla fenol 901.6510 ng/gr ile Kamferol olurken, en az fenol ise 1,0168 ng/gr ile Propil Gallat’dır. Nicelik olarak ikinci sırada en fazla olan fenol 392.7265 ng/gr ile P-kumarik asit, üçüncü sırada 375.0809 ng/gr ile Trans Ferrulik Asit, dördüncü sırada 69.4946 ng/gr ile Rutin’dir. Diğer kalan fenollerin miktarları 20 ng/gr’ın altındadır. Sonuçlar, yakın ve uzak taksonlarla yapılan güncel çalışmalarla karşılaştırılmış ve incelenen taksonun olası güçlü antioksidan ve antibakteriyel etkileri ile ilaç endüstrisi ve sürdürülebilir orkide tarımsal üretim için iyi bir potansiyele sahip olduğu vurgulanmıştır.
In the present study, molluscs diversity between 0-0.5 m depths of the hard substrate habitats of Gökçeada coasts was investigated qualitatively and quantitatively, seasonally, and monthly in 2010 and 2011. In addition, in summer months of 2021, samples were taken to investigate the mucilage impact on the mollusc fauna, which occurred in the Marmara Sea in 2021 and affected Gökçeada coasts due to the currents. A total of 76 mollusc species were identified and 27 of the determined species are new records for Gökçeada. Among the found species, while Cardita calyculata (Linnaeus, 1758) was the most dominant species at the Yıldız Koy station sampled monthly, Musculus costulatus (Risso, 1826) was the dominant one at all other sampling stations. The Tepeköy station was found to has the highest number of species and individuals. As the main reason for this can be indicate the limited human access to the region and the presence of various habitats. Mollusc species diversity, which was detected in 2010 due to the pouring of sand for tourists by the municipality at Yıldız Koy station, was found to be increased greatly in 2021 after this practice was abandoned. It was also detected that the mollusc species distributed on the coasts of Gökçeada were not acutely affected by the mucilage event occurred in 2021. However, more detailed studies need to be monitoring and report the negative effects that may occur the mucilage event on the species diversity of the region in the coming years.
Araştırmamızda, kanserojen etkisi de bilinen boyar maddelerden biri olan kristal viyoletin sulu çözeltilerden Siirt/Koçpınar kili ile uzaklaştırılması çalışıldı. Birinci aşamada kil modifikasyona maruz bırakılmadan doğal şekliyle (KO) kullanıldı, ikinci aşamada ise aynı işlemler HNO3 ile aktifleştirilen Siirt/Koçpınar kili (KA) ile tekrar edildi. Adsorpsiyon neticesinde veriler D-R, Langmuir ve Freundlich izoterm modellerine uygulandı. Hesaplamalar sonucunda en iyi verim, 0.4 g adsorbent dozajı ile pH 5 ortamında elde edildi. Çalışma neticesinde optimum koşullarda KO adsorbenti için % 59.48, KA adsorbentin de % 83.97 giderim sağlandı. Korelasyon katsayısının 0.99’dan büyük olarak hesaplandığı Freundlich izoterm modeli, çalışmamızın uygun olduğu izoterm modeli oldu. Ayrıca D-R izoterm modeli için bulunan D-R adsorpsiyon serbest enerjisi, hem doğal hem de aktifleştirilmiş kil için 8 kJ/mol değerinden küçük bulundu. Bu sonuç adsorpsiyon işleminin fiziksel olduğunu gösterdi. Termodinamik hesaplamalar neticesinde hesaplanan Gibbs serbest enerji değerlerinin sıfırdan küçük çıkması bizlere çalışmamızın istemli meydana geldiğini gösterdi.
The traditionally used plant Alcea calvertii (Boiss.) Boiss. (Malvaceae) was extracted by two more methods in addition to those used by the locals, in this study. It was found that ethanol extraction significantly improved the release of total phenolic content of all plant parts compared to extraction by infusion and traditional use. In addition, ethanol appears to be a good solvent for the extracting flavonoids and phenolic contents from A. calvertii. However, metal chelating power was found to be higher in the infusion extracts than in the ethanolic extracts. The antibacterial activities of all extracts from the plant parts were also tested. As a result, it has been confirmed in this study that A. calvertii is rich in phenolic compounds and flavonoids and has high antioxidant activity with strong metal chelating power, however, the right plant parts must come together with the right extraction method for this effect to occur.
The water level of Lake Van has shown changes over time. This study encompasses a statistical investigation conducted to understand the reasons behind the variation in the lake's water level. In this study, an attempt has been made to establish a predictive model by determining the effects of meteorological factors on the lake's water level. Artificial neural networks have been utilized to predict the water level of Lake Van using meteorological parameters such as precipitation, temperature, evaporation, wind speed, relative humidity, and atmospheric pressure. Furthermore, a model equation has been formulated by examining the relationship between independent variables and the changes in the water level of Lake Van through multiple linear regression analysis. The two models have been compared, and the results have been evaluated. The obtained results indicate that the artificial neural network model can provide more realistic predictions for the water level of Lake Van compared to the multiple regression analysis method, demonstrating that artificial neural networks serve as a tool for both temporal and spatial predictions.
Bu çalışmada, hidroelektrik santrallerin kabulüne etki eden faktörler bir yapısal model ile incelenmiştir. Modelde algılanan risk, algılanan yarar, algılanan güven ve kabul niyeti içsel değişken olarak ele alınırken, hidroelektrik santrallere ilişkin bilgi puanı dışsal değişken olarak değerlendirilmiştir. Araştırma modeli, öğrencilerin hidroelektrik santralleri hakkında bilgilerinin, santrallere yönelik risk, yarar ve güven algılarını doğrudan etkileyeceği, bu değişkenlerin de hidroelektrik santralleri kabulüne etkileri olabileceği değerlendirilerek kurgulanmıştır. Ayrıca kişilerin çevresel duyarlılık düzeylerinin, risk → kabul, güven → kabul ve yarar→kabul ilişkilerinde düzenleyici bir rol oynayıp oynamadığı da araştırılmıştır. Analiz sonuçlarına göre hidroelektrik santrallere ilişkin bilgi puanı ile risk algısı arasında pozitif, bilgi puanı ile güven ve yarar algısı arasında negatif bir yönde ilişki olduğu belirlenmiştir. Toplam bilgi puanındaki bir puanlık artış; risk algısında 0.347 puanlık bir artışa, güven ve yarar algılarında ise sırasıyla 0.106 ve 0.087 puanlık azalışa neden olacağı tespit edilmiştir. Sonuç olarak algılanan güvenin hidroelektrik santrallerin kabulünü etkileyen en önemli faktör olduğu ortaya çıkmıştır.
Angiotensin-converting enzyme (ACE, EC 3.4.15.1) is a physiological target for researching new antihypertensive drugs, as it is a substantial enzyme in the regulation of blood pressure. Herein, ACE was purified from human serum with affinity chromatography. Vmax and KM values were found as 60.98 (µmol/min)/mL and 0.34 mM, respectively. The effects of Gly-Arg-Gly-Asp-Ser (GRGDS) and Arg-Gly-Asp (RGD) bioactive peptides on purified ACE were researched. Also, captopril, a specific ACE inhibitory, was used as a reference inhibitor. Bioactive peptides, GRGDS and RGD, demonstrated the inhibitory effect on purified ACE with $IC_{50}$ values of 46.39 µM and 456.46 µM, respectively. Ki values and kind of inhibition for GRGDS and RGD by the Lineweaver-Burk chart were found. The kind of inhibitory for these bioactive peptides was calculated as reversible-competitive inhibitory. Ki values for GRGDS and RGD were obtained as 93.28 µM and 435.67 µM, respectively. The $IC_{50}$ value of captopril was designated as 1.57 nM. The inhibitory kind of captopril was designated as reversible non-competitive inhibitory and the Ki value was 0.99 nM. In this study, it was concluded that RGD and GRGDS bioactive peptides have the potential to be utilized as ACE inhibitors.
Van balığı, Van Gölü havzasına endemik Cyprinidae familyasında yer alan anadrom bir balıktır. Balık beslenme ve büyümesini gerçekleştirdiği Van Gölü’nden nisan-temmuz aylarında göle dökülen akarsulara giriş yapar. Bu sucul ortamlarda balığın beslenme davranışlarında farklılık gözlenir. Bu çalışmada nisan ve temmuz ayları arasında Van Gölünden ve Karasu Çayından örneklenen 30 adet Van balığı sindirim kanalı morfometrik ve histolojik olarak incelendi. Van balığı sindirim kanalı incelendiğinde belirgin bir mide yapısının olmadığı gözlendi. Sindirim kanalı özofagus, mide görevini üstlenen mide benzeri yapı, anterior bağırsak, posterior bağırsak ve anüsten meydana geldiği belirlendi. Van balığının sindirim kanalının en dıştan içe doğru seröz, muskularis, submukoza ve lümene doğru kıvrımlardan oluşan mukoza tabakalarından oluştuğu gözlendi. Bu tabaka kalınlıklarının göl ve akarsudan örneklenen balıklar arasında değiştiği belirlendi. Morfometrik olarak çap, mukoza genişliği, mukoza uzunluğu, mukoza kıvrımları, muskularis kalınlığı, submukoza kalınlığı ve uzunluğu ölçüldü. Bu değerlerin, gölden örneklenen balıklarda akarsulardan örneklenen balıklara göre daha büyük olduğu belirlendi. Van balığı sindirim kanalında ölçümler ilk defa bu çalışma ile belirlendi. Bu ölçülen değerlerin balığın beslenme, stres ve suyun fizikokimyasal yapısı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Atık su arıtma tesislerinde su kalitesini takip edip müdahale etmek, tesislerin yönetiminde önemli bir rol oynar. Atık su arıtma tesisleri yapılırken ve işletilirken, biyolojik oksijen ihtiyacı değerlerine gereksinim duyulmaktadır. Bu değerin ölçülmesi diğer parametrelere göre daha uzun sürelerde gerçekleşmekte ve deneylerin yapılması da zahmetli ve maliyetli olmaktadır. Bu çalışmada biyolojik oksijen değerinin, atık su arıtma tesislerinde kolayca ölçülebilen diğer parametreler aracılığıyla yapay sinir ağları ve çoklu regresyon analizi teknikleriyle tahmin edilmesi amaçlanmıştır. Çalışmada kullanılan ölçüm sonuçları 2021-2022 yılları arasında Van iline ait bir atık su arıtma tesisinde ölçülen verileri kapsamaktadır. Kullanılan tahmin girdi parametreleri pH, elektriksel iletkenlik, sıcaklık, çözünmüş oksijen, kimyasal oksijen ihtiyacı, askıda katı madde, toplam azot ve toplam fosfor değerleri bağımsız değişken ve biyolojik oksijen değeri ise bağımlı değişken olarak seçilmiştir. Yapılan tahminlerde yapay sinir ağı modeli için MAPE değeri %0.12, MAD değeri 0.04, R değeri %99.83 ve R2 değeri %99.68 olarak elde edilmiştir. Aynı şekilde çoklu regresyon analizi yöntemi ile BOİ tahmin modelinde MAPE değeri %0.68, MAD değeri 0.06, R değeri %96.40 ve R2 değeri %92.92 olarak bulunmuştur. Çalışmada elde edilen bulgular biyolojik oksijen değerinin kolayca ölçülebilen parametreler yardımıyla ileri beslemeli yapay sinir ağları ve doğrusal çoklu regresyon analizi teknikleri ile oluşturulmuş olan modeller kullanılarak tahmin edilmesi mümkündür. Her iki model karşılaştırıldığında ise yapay sinir ağları ile geliştirilmiş olan modelin çoklu regresyon analizi ile geliştirilmiş olan modele göre daha iyi performans sergilediği tespit edilmiştir.
Bu çalışmada, mısırözü yağı ve zeytinyağında oksidasyon göstergesi olarak kullanılan hekzanalın Katı Faz Mikroekstraksiyon (SPME) yöntemiyle tespiti araştırılmıştır. Hekzanal ile internal standart (IS) olarak kullanılan 5-metil 2-hekzanon arasındaki doğrusal ilişkinin düzeyini belirlemek üzere, matriks olarak kullanılan mısırözü yağı ve zeytinyağına farklı oranlarda hekzanal ve IS eklenerek SPME yöntemi uygulanmış ve daha sonra değişkenler arasındaki ilişki, regresyon denklemi ve korelasyon katsayılarının (R2) belirlenmesi ile değerlendirilmiştir. Mısırözü yağı ve zeytinyağı için uygulanan koşullarda en uygun sıcaklık ve süre koşulunun belirlenmesi için R2 değerlerine bakılmıştır. R2 değerleri dikkate alındığında, 40°C ve 50°C sıcaklıklarda mısırözü yağı ve zeytinyağında en yüksek hekzanal ekstraksiyon etkinliğine 20 dk’da ulaştığı saptanmıştır. 60°C’deki ekstraksiyon sıcaklığında ise en yüksek SPME etkinliği mısırözü yağı ve zeytinyağı için sırasıyla 40 dk ve 30 dk’da saptanmıştır. Tüm sonuçlar topluca değerlendirildiğinde mısırözü yağı ve zeytinyağında hekzanal analizi için 40°C’de 20 dk ekstraksiyon süresinin en uygun koşul olduğu saptanmıştır. Çalışmada hekzanal analizinde IS olarak 5-metil 2-hekzanonun kullanılabileceği tespit edilmiştir. Mısırözü yağı ve zeytinyağında gaz kromatorgrafisi (GC)-SPME yöntemi ile hekzanalın belirleme limitinin 5 ppb’ye kadar düşürülebileceği saptanmıştır.
Since synthetic drugs cause many side effects and have a high cost, there has been increasing interest in the development of herbal-based drugs that have fewer side effects and are relatively inexpensive. Capparis sicula is traditionally used in the treatment of some diseases among people. For this purpose, the antioxidant and antimicrobial properties of the methanol extract of the Capparis sicula plant and its inhibitory effects on COX-1 and COX-2 enzymes were investigated. In the study, the antioxidant properties of the Capparis sicula plant were determined by DPPH and CUPRAC methods, while its antimicrobial properties were determined by the disk diffusion method. The effect of Capparis sicula on COX-1 and COX-2 enzymes was determined colorimetrically using commercial kits. The results showed that Capparis sicula had a significant antioxidant effect, but did not have any antimicrobial effect on standard strains of Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeruginosa, Escherichia coli and Candida albicans. In addition, the inhibitory effect on the COX-1 enzyme was 4.23% for the first time, and the inhibition effect on the COX-2 enzyme was determined as 23.21%. As a result, the pharmaceutical, food and cosmetic industries can use Capparis sicula as an important source of natural raw materials.
Network science and graph theory are two important branches of mathematics and computer science. Many problems in engineering and physics are modeled with networks and graphs. Topological analysis of networks enable researchers to analyse networks in relation some physical and engineering properties without conducting expensive experimental studies. Topological indices are numerical descriptors which defined by using degree, distance and eigen-value notions in any graph. Most of the topological indices are defined as by using classical degree concept in graph theory, network and computer science. Recently two novel degree parameters have been defined in graph theory: Vertex-edge degree and Edge-vertex degree. Vertex-edge degree and edge-vertex degree based topological indices have been defined as parallel to their corresponding classical degree counterparts. Generalized Sierpinski networks have an important place of applications in view of engineering science especially in computer science. Classical degree based topological properties of generalized Sierpinski graphs have been investigated by many studies. In this article, vertex-edge degree based topological indices values of generalized Sierpinski graphs have been computed.
Bisphenol-A (BPA) is an endocrine-disrupting environmental toxin widely used in the composition of plastics. Today, the widespread use of BPA in preserving and packaging food and beverages increases BPA exposure. Therefore, recent research has focused on the health effects of continuous exposure to BPA. This study aimed to investigate the protective effect of quercetin (QUE) on different hematologic variables in rats induced by the environmental toxin BPA and streptozocin (STZ). Wistar albino rats were administered BPA orally (p.o.) at 10 mg/kg and QUE intraperitoneally (i.p.) at 15 mg/kg for 14 days. STZ was administered subcutaneously (s.c.) in a single dose of 50 mg/kg at the beginning of the experiment. 72 rats were randomly selected for the experimental procedure and divided into 9 groups with 8 animals in each group. The groups were created as follows; Group 1: Control (Saline); Group 2: Corn oil (0.5 ml, solvent); Group 3: STZ (50 mg/kg); Group 4: BPA (10 mg/kg); Group 5: QUE (15mg/kg); Group 6: STZ (50 mg/kg) + QUE (15mg/kg); Group 7: BPA (10 mg/kg) + QUE (15mg/kg); Group 8: STZ (50 mg/kg) + BPA group (10 mg/kg); Group 9: STZ (50 mg/kg) + BPA (10 mg/kg) + QUE (15mg/kg). STZ and BPA-treated rats showed functional variability in all hematologic parameters. The combination of STZ and BPA significantly reduced erythrocytes, leukocytes, and their associated parameters. However, QUE treatment alone or in combination corrected the altered hematologic parameters. The results of this study demonstrated that exposure to BPA in combination with STZ may alter hematologic indices, while QUE may be a therapeutic agent to correct the altered blood profile.
This study was carried out to determine the factors affecting the honey yield per colony in beekeeping enterprises in Bingöl province by regression analysis. The number of enterprises to be surveyed with the "proportional sampling method" was determined as 87 in the province of Bingöl. "T test", "Anova", "Chi-square", "Correlation and Regression" analyzes were used to evaluate the data. According to the research findings; the average age of the surveyed beekeepers was 46.14 years and the average beekeeping period was 15.5 years. The average number of hives owned by beekeepers was 219.5, while the average honey yield per beehive was calculated as 11.4 kg-1. The coefficients of the variables in the model were found to be statistically significant. The R2 value, which determines the explanatory power of the model, was found to be 0.323 and the adjusted R2 value was found to be 0.203. The way beekeeping is done, the profession and the variables of getting information from PIKOM are determined as the variables that affect the honey yield. As a result; in conclusion; it has been concluded that there is an increase in honey yield per colony of the enterprises that are made by wandering beekeeping, beekeeping is done for the main income, the Caucasian bee race is used, the enterprises that receive training, support and information about beekeeping from picom and that are members of the union and that produce queen bees.. Considering Türkiye's ecological richness and existing rural economic conditions together, beekeeping; it should be done in an organizational, conscious and sustainable structure.
Ennominae is an important group in the Geometridae family that contains problematic species with very similar external morphological characters. In this study, Ennominae species collected from Yüksekova Dağlıca town of Hakkari Province between April and September 2017 were evaluated from a faunistic and taxonomic perspective. 28 species were identified in the study. Charissa onustaria, C. subtaurica and Crocallis tusciaria species were identified for the first time from Hakkari Province. C. loebeli, Neognopharmia cataleucaria, and Ramitia kufrana were detected in the region are also important endemic taxa for the Turkish fauna. Rhoptria mardinata and Eumera hoferi, known only in Türkiye and Iran, are other rare species found in the region. R. mardinata was presented with photographs of male genitalia for the first time. Morphological and taxonomic aspects of the species under the genera Dicrognophos, Gnopharmia, Crocallis, Bellachima, Charissa, Synopsia and Nychiodes are discussed
Poli(N-vinil-2-pirolidon) (PVP) ile kararlaştırılmış Rh-Fe nanoparçacıkları (Rh-Fe@PVP) verimli ve çevreci bir yöntem olan alkol indirgeme tekniği ile sentezlendi. Sentezlenen nanoparçacıklar SEM, SEM/EDX, UV/Vis teknikleriyle karakterize edildi. Hazırlanan nanoparçacıklar yüksek hidrojen içeriği, kararlılığı ve çevre dostu olması gibi avantajları nedeniyle öne çıkan bir bor-azot (B-N) türevi olan dimetilamin-boranın hidroliz tepkimesinden hidrojen üretiminde katalizör olarak kullanıldı. TOF değeri (54.24 1/min) ve aktivasyon enerjisi (49.9 kJ/mol) olarak hesaplanan iki metalli nanoparçacıklar bu özellikleri ile verimli bir katalitik sistem olarak değerlendirildi. Katalizör ve substrat konsantrasyonlarının katalitik tepkime üzerindeki etkilerinin araştırılması sonucu tepkimenin hız ifadesinin; katalizör konsantrasyonuna göre 0.4 mertebeden, substrat konsantrasyonuna göre ise 0.3 mertebeden ilerlediği tespit edildi.
Hidrotermal sıvılaştırma, yüksek basınç ve sıcaklık altında biyokütlenin sulu ortamda sıvılaştırılması işlemidir. Bu işlem, biyokütlenin enerji ve malzeme dönüşümü için çevre dostu bir yöntem olarak kabul edilmektedir. HTL işlemi için uygun katalizörlerin seçimi oldukça önemlidir. Katalizörler, HTL işlemi verimliliğini artırarak daha yüksek kaliteli ürünler elde etmeyi ve aynı zamanda enerji tüketimini azaltarak çevre dostu bir süreç sağlamayı mümkün kılar. Yapılan çalışmada Crambe orientalis bitkisinin hidrotermal sıvılaştırılmasında katalizör olarak NaF/Al2O3 kullanılmıştır. Alüminaya yüklenen NaF miktarına göre 3 farklı katalizör sentezlenmiştir. Reaksiyon sıcaklığı 325 oC bekleme süresi 30 dakika olarak belirlenmiştir. Katalizörlerin ağırlıkça miktarlarının sıvı ürün elementel içeriği üzerindeki etkisi incelenmiştir. En yüksek enerji değeri, NaF-2 katalizörü varlığında ağırlıkça %25’lik oranda elde edilmiştir.
This study was carried out to determine some wool yield characteristics and post-shearing live weight of 35 head Hamdani and 40 head Karakaş sheep reared in fully extensive conditions in Central Budakli village of Hakkari province.In the study, the results for length (Hauter), length (Barbie), elasticity, fineness, strength, clean fleece percentage, greasy fleece weight and post-shearing live weight were found to be; 42.38 mm-40.51 mm-, 58.25 mm-54.64 mm, 32.34%-32.31%, 36.64 μ-37.62 μ, 36.15 cN tex -34.80 cN tex, 63.88%-65.94%, 2.12 kg-1.84 kg and 60.33 kg-48.55 kg respectively in Hamdani and Karakaş ewes.In Hamdani sheep, the correlation between elasticity and strength (0.499) and between greasy fleece weight and post-shearing live weight (0.599) was very significant (p
Bu çalışmanın amacı, Van bölgesindeki köpeklerde bulunan Giardia duodenalis yaygınlığının mikroskobik ve moleküler yöntemlerle araştırılmasıdır. Çalışmanın hayvan materyalini 2020-2021 tarihlerinde Van ilindeki özel veteriner kliniklerine getirilen 0-3 yaş arası toplam 200 köpek dışkı örneği oluşturmaktadır. Köpeklerin rektumlarından dışkı örnekleri alındı ve soğuk zincirle laboratuvara getirildi. Giardia spp. yönünden mikroskobik inceleme gerçekleştirilip sonrasında 200 örneğin tamamından DNA ekstraksiyonu yapıldı. Çalışmaya ilgili primerlerle Nested PCR uygulandı. Çalışmanın mikroskobik sonucu 200 örnekte 12'sinde (% 6) iken Nested PCR sonucu ise 18 (%9)’inde Giardia spp. kistleri tespit edildi. Sonuç olarak Van ilinde köpeklerde Giardia spp. yaygınlığının moleküler olarak araştırılması ilk defa kayıt altına alındı. Ayrıca Nested PCR metodunun mikroskobik inceleme ile karşılaştırıldığında daha güvenilir olduğu görüldü. Araştırmanın verilerine göre köpeklerde Giardiasisin yaygın olduğu ve koruma kontrolleri için gerekli tedbirlerin alınması gerektiği rapor edildi.
In this study, changes in heart-type fatty acid binding protein (H-FABP) and certain biochemical parameters during chronic artery diseases were investigated. Coronary artery disease (CAD) is one of the leading causes of death and morbidity in our country,which is also true for the world in general as well. CAD generally develops on the foundations of atherosclerosis. In this study, blood samples collected from patients who applied to Van Yüzüncü Yıl University Dursun Odabaş Medical Center Emergency Department and Cardiology Polyclinics with acute ischemic chest pain between January 2019 and June 2019 were evaluated. Patients were not given any drugs or other kinds of substances before sample collection. Of the patients who applied to the cardiology clinic, 24 patients with acute ischemic chest pain were diagnosed with chronic arteritis, 12 patients with cardiological problems were diagnosed with diabetes mellitus (DM), 12 patients with hypertension (HT) problems and heart complaints, and 12 healthy individuals (who were not diagnosed with diabetes, hypertension or CAD) were included as research materials. Certain markers like Troponin, CK, CK-MB, AST, ALT, LDL-Cholesterol, HDL-Cholesterol, LDH, Glucose, and Creatinine in the blood samples were biochemically determined using an autoanalyzer (Abbott ci16200),while H-FABP values were determined using ELISA method. LDL-cholesterol levels were highest in the CAD group, HDL-Cholesterol and LDH levels were high in the CAD+HT group, while CK, CK-MB, cTnI, AST, Glucose, creatinine, and H-FABP levels were found to be high in the DM+CADgroup. Meanwhile, cTnI values were increased in people with HT or DM in addition to CAD, but there was no statistical significance. LDL-cholesterol changes also did not vary significantly between the groups. Intergroup changes in other parameters examined showed the importance of CK and Glucose levels at p≤ 0.001, AST p≤ 0.002, LDH p≤ 0.003, CK-MB p≤ 0.004, HDL-Cholesterol p≤ 0.049, Creatinine p≤ 0.011, and H-FABP p≤ 0.050. In recent years, H-FABP has taken its place in the field of cardiology with increasing importance in the diagnosis of CAD and MI. The findings obtained in this study show that the H-FABP level was increased in all patients examined (except the test group), and we recommend its use as a critical and useful parameter in the field of cardiology.
Çalışmada, kent ortamında mikroklimayı ve kullanıcının termal konfor koşullarını yaz döneminde iyileştirmede önemli fonksiyonu olan gölgeleme elemanları ele alınmakta ve Selçuk Üniversitesi yerleşkesinde altı farklı alanda seçilmiş olan doğal ve yapay gölge elemanlarının dış ortam termal konfor koşullarına etkilerinin ortaya konması amaçlanmaktadır. Tipik bir yaz gününde, bu mekânlarda gölgeleme elemanlarının dış ortam termal konfor koşullarına etkisinin belirlenmesi için kısa süreli yerinde mikro-meteorolojik ölçümler yapılmıştır. Mikro-meteorolojik ölçümlerle; anlık hava sıcaklığı (Ta, °C), bağıl nem (RH, %), rüzgâr hızı (WS, m/sn) ve ortalama radyant sıcaklık (MRT, °C) değerleri gün içindeki en yüksek sıcaklık değerlerine sahip 13:30-15:30 saat aralığında belirlenmiştir. Gölgeleme elemanlarının altında ve yakınlarında elde edilecek mikro-meteorolojik değerler kıyaslanarak gölgeleme elemanlarının, mikroklimaya ve dış ortam termal konfor koşullarına olan etkisi tartışmaya açılmıştır. Dış ortam termal konfor koşulları bu çalışmada PET (Fizyolojik eşdeğer sıcaklık) indisi ile hesaplanmıştır. Çalışmanın sonucunda en iyi termal konfor koşulları sağlayan gölge elemanlarının Amerikan sarmaşığı ve söğüt ağacı olduğu saptanmıştır.
Bu çalışmanın amacı, dental implant malzemesi olarak kullanılan Ti6Al4V alaşımının yüzeyine PVD (Magnetron Sputtering) yöntemi ile biriktirilen gümüş tabakasının korozyon davranışını ve antimikrobiyal etkisini belirlemektir. Kaplamalar, aynı kaplama koşulları altında farklı biriktirme süreleri kullanılarak elde edilmiştir. Kaplamaların kesit morfolojileri taramalı elektron mikroskobu (SEM), fazları ise X-ışını difraksiyonu (XRD) kullanılarak tespit edilmiştir. PVD yöntemi ile kaplanmış ve işlemsiz Ti6Al4V numunelerin üzerinde korozyon deneyleri Kokubo'nun simüle edilmiş vücut sıvısı (SBF) pH 7.0 ve 36.5 °C çözeltisi içinde ve normal atmosfer şartlarında gerçekleştirilmiştir. Buna ek olarak, in vitro anti-bakteriyel etkinlik deneylerinde numunelerin yüzeylerine E. coli (Escherichia coli) ve S. aureus (Staphylococcus aureus) mikroorganizmaları sürülerek kaplamanın antibakteriyel özelliği araştırılmıştır. Antibakteriyel özelliklerini ölçmek için ise plaka sayma yöntemi kullanılmıştır. XRD sonuçlarına göre numunelerin yüzeylerindeki kaplama tabakaların homojenliği, SEM analiziyle elde edilen kesit morfolojileri ile de desteklenmiştir. Potansiyodinamik polarizasyon test sonuçları, gümüş kaplamadan sonra korozyon direncinin arttığını göstermektedir. In vitro anti-bakteriyel etkinlik deneyleri sonucunda, PVD ile kaplanmış numunelerde E. Coli ve S.Aureus mikroorganizmalarının tutunumu, kaplanmamış numuneye göre daha az çıkması, kaplamanın anti-bakteriyellik yönünden uygun olduğunu göstermiştir.
Bu çalışmada, Van ilinde bulunan Edremit ve Gevaş Atıksu Arıtma Tesisleri atıksu karakteristiğinin mevsimsel olarak değişimi incelenmiştir. Bu amaçla atıksu karakterizasyonunu incelemek için arıtma tesislerinin giriş ve çıkışlarından 2021 yılı ocak ve temmuz aylarında numuneler alınmıştır ve bu numunelerde pH, alkalinite, sülfat, askıda katı madde, toplam katı madde, toplam uçucu katı madde, çözünmüş oksijen, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, kimyasal oksijen ihtiyacı, iletkenlik, sıcaklık, toplam azot, toplam fosfor ve yağ-gres gibi parametreler ölçülmüştür. Gevaş atıksu arıtma tesisinin kimyasal oksijen ihtiyacı için ortalama giderim verimi %83, Edremit atıksu arıtma tesisi için ise yaklaşık %80, Gevaş atıksu arıtma tesisinin biyokimyasal oksijen ihtiyacı için ortalama giderim verimi %92, Edremit atıksu arıtma tesisi için ise yaklaşık %86 olarak bulunmuştur. Askıda katı madde giderim verimi Gevaş atıksu arıtma tesisi için yağışlı ve kurak dönem için sırasıyla; %88, %98 iken Edremit atıksu arıtma tesisi için ise %90 ve %84 olmuştur. Her iki arıtma tesisinde arıtma işleminden sonra deşarj edilen atıksuyun birçok parametre için Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne uygun olduğu söylenebilir. Bu çalışmada elde edilen sonuçların, diğer atıksu arıtma tesisleri için yol gösterici olacağı kanısındayız ve ayrıca standartlara uymayan parametrelere dikkat edilmesinin zaruri bir durum olduğu raporlanmıştır.
Epoksi reçineler, ısıya, neme ve kimyasallara karşı mükemmel dirençleri, yüksek gerilme mukavemeti, kürleme işlemi sırasında düşük büzülme ve mükemmel boyutsal stabiliteleri nedeniyle, elektrik ve elektronik endüstrileri, nakliye, kaplamalar, yapıştırıcılar ve kompozitlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Epoksi reçineler oldukça yanıcıdır ve yanıcılık özellikleri, yüksek alev dayanımı gerektiren alanlarda kullanımlarını ciddi şekilde sınırlar. Bu zorlu problemin üstesinden gelmek için halojen bazlı alev geciktiriciler, organik fosfor bileşikleri, mineral bileşikler, azot, silikon katkısı gibi çeşitli çözümler, şişen alev geciktirici ve nanopartiküller önerilmiştir. Çoğu fosforlu bileşik, alev geciktirici epoksi reçinelerinde halojen bileşikleri yerine kullanılır. Alev geciktirici katkılarla karşılaştırıldığında, epoksi reçinelerdeki reaktif organik fosfor bileşikleri mükemmel alev geciktirici verim gösterir. Bu bildiride, alev geciktiricilerin sınıflandırılması (halojen, organik fosfor bileşikleri, mineraller, nitrojen ve silikon esaslı malzemeler, şişen alev geciktirici ve nanokompozitler) polimerlerin yanma döngüsü ve epoksi reçineler için özellikle fosfor bazlı malzemeler olmak üzere alev geciktiricilerin uygulanması incelenmiştir. UL-94, sınırlayıcı oksijen indeksi ve koni kalorimetri gibi çeşitli alev geciktirici değerlendirme testleri de kısaca açıklanmıştır.
Süt ve süt ürünleri hem mikrobiyolojik bozulmalara, hem de yapısında lipid ve türevlerinin oldukça zengin bulunması nedeniyle lipid oksidasyonuna maruz kalabilmektedir. Süt ve süt ürünlerinde ürün raf ömrünü uzatmak, gıda güvenliğini sağlamak ve duyusal kaliteyi geliştirmek amacıyla sentetik koruyucular yerine doğal koruyucular kullanılması, üretici talepleri ve tüketicilerin eğilimleri ile tercih edilmeye başlanmıştır. Uçucu yağların ve aktif bileşenlerinin antimikrobiyal ve antioksidan aktiviteleri hakkında birçok çalışma bulunmaktadır. Ancak süt ve süt ürünleri için uçucu yağların veya bunların kombinasyonlarının etki mekanizmaları hakkında kapsamlı çalışmalar yapılmamıştır. Bu derleme ile, Türkiye’de çeşitliliği fazla olan tıbbi aromatik bitkiler arasında bulunan kekik bitkisinin, elde edilen kekik uçucu yağlarının ve diğer uçucu yağlarla oluşturulmuş kombinasyonlarının süt ve süt ürünlerinde işlevleri ile ilgili mevcut çalışmalar anlatılacaktır.
Konut, insanın beşerî gereksinimleri (barınma, uyuma, yeme, içme vb.) ile sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarına cevap veren fonksiyonel hacimleri barındırır. Bu sebeple tarih boyunca her çağda insanların en önemli sorunlarından birisi olarak süregelmiştir. Mimarlık pratiğinin de en temel araştırma konularından birisi olan konut, XIX. ve XX. yüzyıldan bu yana hem gelişmiş birçok ülkede hem de Türkiye’de önemli tartışma başlıklarından birisidir. Çünkü bu yüzyıllar ile birlikte konutun üretim biçimi değişmiştir. Tekil olarak, kişilere özgü üretilen konutların toplumsal, ekonomik ve siyasal dinamiklerle birlikte kitlesel olarak üretilmeye başlandığı izlenmektedir. Dünyada Endüstri Devrimi ile işçilerin barınma problemini çözmeye yönelik başlayan toplu konut inşa etme süreci günümüzde hala başvurulan önemli konut üretim modellerinden birisidir. Türkiye’de günden güne artan nüfusun barınma gereksinimi, yüksek kira bedelleri, kent çeperlerinde artış gösteren imara aykırı, plansız yapılaşmalar konut sorununun varlığını gösteren önemli emareler olarak yorumlanmaktadır. Geç Osmanlı Dönemi’nden 2000’li yıllara kadar geçen süreçte her 20-30 yılda bir farklı konut politikaları yürütülerek uygulamaya geçirilmiştir. 2000’li yıllardan sonra ise Türkiye’deki konut sorununun çözümünde toplu konut üretimi önemli bir rol oynamakta; toplu barınma kültürü de nüfusun hızla arttığı ve hızlı büyüyen kentlerde yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmada Türkiye’deki konut sorunu toplu konut olgusu üzerinden kronolojik bir şekilde Geç Osmanlıdan başlayarak günümüze kadar dönemsel olarak derlenmiştir. Çalışmada ayrıca bir asırlık süreçte toplu konut uygulamalarının kapsamı, hedefi ve bu süreçlerde yer alan aktörlerin rolleri üzerinde durulmuştur.
Türkiye is one of the world's nations with the greatest flora diversity in different plants. Moreover, it possesses a high level of plant genetic diversity. Orchardgrass (Dactylis glomerata L.) is one of the most important fodder species used during cool seasons since it is a hardy and perennial plant. The identification of Orchardgrass cultivars is essential for maximizing cultivar utilization, and safeguarding breeders' intellectual property. Dactylis glomerata L. is an allogamous, variable, monospecific genus with multiple subspecies distinguished by morphology, chromosomal count, and distribution. This genus has a single species, Dactylis glomerata L, which is comprised of multiple subspecies whose traits have not been exhaustively characterized. Using DNA assays that evaluated the transferability of nine SSR primers designed for wheat loci, the genetic diversity of 44 orchardgrass genotypes from eight naturally distributed locales in the Eastern Anatolia Area of Türkiye was calculated. On average, 6.78 alleles were discovered for each of the nine SSR primers, for a total of 61 alleles. A total of 54 polymorphic alleles were identified, with an average of 6.78 per primer. Polymorphism information content (PIC) values ranged from 0.320 (WMC96) to 0.626% (XBARC187). The average polymorphism rate of 88.89% suggests a high amount of genetic diversity among all studied genotypes. The average expected heterozygosity (He) ranged between 0.178 (Ağrı) to 0.882 (Erzurum). The genetic separation ranged from 0.01 to 0.66. In conclusion, our findings indicate that the Dactylis glomerata L genotypes gathered in Eastern Anatolia are a rich source of genetic variability, supplying a vast array of genetic material for orchardgrass breeding efforts.
Klasik mısır ıslahında ıslah süresinin uzun olması, yüksek mali finans ve iş gücü gerektirmesi yeni hibrit çeşit geliştirmede özellikle küçük ve orta ölçekli ıslah kuruluşlarının mısır ıslahı yapmasını güçleştirmektedir. Bu bariyeri kırmak için son yıllarda uygulamaya konan in vivo haploidi tekniği yukarıda sayılan avantajlarının yanısıra seleksiyon etkinliğini artırmakta, tam homozigotluk sağlamakta, moleküler marker tekniklerinin uygulanması için uygun saflık sağlamaktadır. Bu çalışmada induser kullanarak in vivo maternal haploid bitki elde etme yönteminin mısır ıslahında kullanılma potansiyeli araştırılmıştır. Çalışmada kendilenmiş hat elde etmek için Karadeniz Bölgesi yerel mısır popülasyonları ve haploid bitki elde edilmesinde tozlayıcı olarak RWS ve RWK 76 induser (indirgeyici) genotipleri materyal olarak kullanılmıştır. Çalışmanın kromozom katlama, tohum çoğaltımı ve bitki yetiştirme işlemleri Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü laboratuvar, sera ve deneme arazisinde 2016, 2017 ve 2018 yıllarında yürütülmüştür. DH hatlar 3 adet ticari hibrit çeşidiyle melezlenmiş ve bu melezleme sonucunda 9 melezde tekerrürlü deneme kuracak kadar tohum elde edilmiştir. 2018 yılında DH hatlardan elde edilen test melezleri 3 tekerrürlü olarak tesadüf blokları deneme desenine göre ekilerek yetiştirilmiş ve bazı tarımsal özellikler yönünden değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre başta tane verimi olmak üzere bitki boyu, ilk koçan yüksekliği, gövde çapı, yaprak eni ve SPAD, koçan ağırlığı, koçan boyu, koçan çapı, koçanda sıra sayısı, koçan sırasında tane sayısı ve uç boşluk uzunluğu, sömek çapı, koçanda tane ağırlığı özellikleri yönünden standart çeşitleri aşan DH melez kombinasyonları saptanmıştır. İn vivo haploid bitki elde etme yönteminde başarıyı en çok düşüren aşamanın DH bitkilerin kendilenmesi aşaması olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada mısır ıslahında bir bütün olarak başarıyla kullanılabileceği ortaya konmuştur. Yerel mısır çeşitlerimizin hem bu yöntemin uygulanmasına uygun olduğu hem de ıslahta doğrudan anaç olarak kullanmak için uygun genotipik potansiyele sahip olduğu belirlenmiştir. DZM 13 x Gariz, DZM-56 x Elioso, DZM-67 x Elioso-1 ve DZM-67 x Excel-1 DH melezleri tane verimi bakımından öne çıkan genotipler olmuşlardır. Ayrıca test melezlerinde incelenen özellikler arasında tane verimi ile bitki boyu, ilk koçan yüksekliği, koçanda tane sayısı ve koçan ağırlığı arasında pozitif ve önemli korelasyon ilişkileri saptanmıştır.
Van’ın Erciş, Gevaş ve Edremit ilçelerinde yetiştirilen domates, biber ve kavun bitkilerinin köklerinden izole edilen Rhizoctonia ve Fusarium türlerini teşhis etmek ve patojenitelerini belirlemek bu çalışmanın amacını oluşturmuştur. Sürvey çalışmaları 2018 yılında yapılmış ve domates örneklerinden 6 Rhizoctonia, 31 Fusarium, biber örneklerinden 4 Rhizoctonia, 6 Fusarium, kavun örneklerinden 10 Fusarium olmak üzere toplam 57 fungal izolat elde edilmiştir. Fusarium ve Rhizoctonia izolatlarının tür teşhisleri klasik yöntemlerle yapılmış, Rhizoctonia anastomosis grupları (AG) test izolatları ile eşleştirilerek belirlenmiştir. Buna göre Rhizoctonia izolatları; binükleik AG-K (domatesten 2 izolat), Rhizoctonia solani AG-4 (domatesten 2 izolat), R. solani AG-2 (domatesten 2, biberden 1 izolat), R. solani AG-3 (biberden 2 izolat) ve R. solani AG-5 (biberden 1 izolat) olarak belirlenmiştir. Fusarium izolatları ise; F. oxyporum (kavundan 6, biberden 3, domatesten 18 izolat), F. solani (kavundan 2, biberden 3, domatesten 13 izolat) ve F. equiseti (kavundan 2 izolat) olarak tespit edilmiştir. Patojenite denemesinde sayılarının az olması nedeniyle izole edilen bütün Rhizoctonia izolatları ile bölgeleri temsil edecek şekilde seçilen 14 Fusarium izolatı kullanılmıştır. Deneme sonucunda Fusarium izolatlarında biberde F. solani' nin, domates ve kavunlarda F. oxysporum’ un daha patojen oldukları belirlenmiştir. Rhizoctonia türlerinde ise biberlerde R. solani AG-3' ün, domateslerde R. solani AG-4 ve binükleik Rhizoctonia AG K’ nın daha patojen olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak biberden R. solani AG-5 ve R. solani AG-3, domates ve biberden R. solani AG-2, domatesten binükleik Rhizoctonia AG-K Van' da ilk defa bu çalışma ile izole edilmiş ve anastomosis grupları belirlenmiştir.
Bu çalışmada yıllık cicer yabani genotipleri ile kültür nohutlarının bitki boyu, kök uzunluğu, gövde kuru ağırlığı, kök kuru ağırlığı, nodül sayısı ve nodül yaş ağırlığı özellikleri açısından ilişkileri belirlenmeye çalışılmıştır. Denemede 6 adet C. echinospermum, 20 adet C. reticulatum ve 2 adet kültür nohutu kullanılmıştır. Deneme 2018 ve 2019 yıllarında Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesinde yağmur korunaklı sulama kontrollü yarı açık alanda saksı denemesi şeklinde yürütülmüştür. İncelenen özellikler bakımından yabani genotip ve kültür nohutlarında geniş varyasyon saptanmıştır. İncelenen özellikler ve genotipler arasındaki ilişkiler biplot analiz ile ilişkilendirilmiştir. 2018 yılı Scatter biplot yöntemi ile yapılan analizde PC1 (1. ana bileşen) %44.53, PC2 (2. ana bileşen) %28.49, toplamda varyasyonun %73.02’sini oluşturmuştur. 2019 yılı Scatter biplot yöntemi ile yapılan analizde PC1 (1. ana bileşen) %57.92, PC2 (2. ana bileşen) %32.40, toplamda varyasyonun %90.32’sini oluşturmuştur. Yabani genotip ve kültür nohutlarının incelediğimiz morfolojik özellikler ile ilişkilerinde yabani genotiplerin daha yakın ilişki gösterdiği belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlar kültürü yapılan nohut çeşitlerindeki genetik daralmayı genişletmek ve zenginleştirmek için ıslah programlarında yabani genotiplerin değerlendirilebileceğini göstermiştir.
Küresel ısınma, 21. yüzyılın en büyük problemlerinden biri olup ekosistemi tehdit etmektedir. Çeşitli olaylara ya da durumlara maruz kalmalarına rağmen günümüze kadar gelmeyi başarmış tarihi yapılar, antik kentler ve peyzaj alanları birer kültürel mirastır. Dolayısıyla arşiv belgesi niteliğinde oldukları için korunmaları önem arz etmektedir. Ancak dünya için risk teşkil eden küresel ısınma doğal kaynakları tüketmesinin yanında bu niteliği sahip yerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasını da zor duruma sokmaktadır. Bu çalışmanın amacı küresel ısınma etkisi altında antik kentlerin mevcut durumunu incelemektir. Çalışma boyunca öncelikle teorik altyapıyı hazırlamak için kapsamlı bir literatür taraması yapılmıştır. Ardından Priene, Pergamon, Aspendos, Anavarza, Tarsos, Carnuntum, Stonehenge, Kolezyum, Pompeii antik kentleri seçilerek küresel ısınma sürecinde zarar görebilirlikleri, mevcut durumlarının incinebilirlikleri ve söz konusu sürecin etkileri analiz edilerek yorumlanmıştır. Elde edilen bulgular sonucunda ülkemizdeki antik kentlerin sürdürülebilirliği için bir model geliştirilerek arkeopark önerisi sunulmuştur.
An experimental study is performed to illustrate the effect of the melting temperature of graphite matrix composite with phase change materials on the performance characteristics of a small-scale li-ion package (3s2p) under dynamic/square wave load. Paraffin (RT35 and RT42) is used as a PCM. Graphite matrix is manufactured with 75 g l-1 bulk density. The battery package is performed for three different configurations: free-air cooling case (reference case), and graphite matrix composites with RT35 and RT42. The experimental outputs present that graphite matrix composite has considerable potential for thermal management of the Li-ion pack. Safe operating time, discharge and energy capacity values are increased by 140%, 141% and 102% with the graphite composite with RT35 in the comparison reference case, respectively. It is observed that the melting temperature of PCM of graphite composite is of critical importance to the performance of the battery pack. For the graphite composite with RT35, operating time, discharge capacity and energy capacity values are enhanced by 6.2 %, 7 % and 10 % compared to the RT42 case, respectively.
In this study, the effect of coating thickness and thermal property on the temperature distribution of an internal combustion diesel piston was investigated numerically. A piston was modelled in three-dimensional, and then a grid independency test was performed. The optimum element number was selected without losing computational accuracy. The thickness values were considered as 250, 500, and 750 μm. Tungsten Carbide (WC) and Zirconia (ZrO2) were used as coating material. Convective heat loads were applied as boundary conditions. Temperature values in different locations were used to evaluate the thermal performance of the coating layer. The numerical results showed that WC doesn’t have a significant effect by the mean of thermal insulation and WC-coated piston top surface temperature is like uncoated temperature even with the higher thickness values. However, ZrO2 has a better performance as thermal insulation material, and its effectiveness increases with higher thickness values.
Bu çalışmada DC01 çeliğine 8-10-12 kA kaynak akımı ve 1.96-2.94 kN elektrot kuvveti kaynak parametrelerinde farklı nokta direnç kaynak işlemleri uygulanmıştır. Ana metal, ısının tesiri altındaki bölge ve kaynak metali boyunca mikrosertlik ölçümleri gerçekleştirilmiştir. Literatürde kullanılan formüller ile teorik sertlik değeri hesaplanmış ve elde edilen deneysel sonuçlar ile karşılaştırılmıştır. Çoklu regresyon analizi ile kaynak parametrelerinin sertlik değeri üzerindeki önem düzeyleri belirlenmiş ve model kurulmuştur. Sonuç olarak kaynak akımı ve elektrot kuvveti arttıkça mikrosertlik değeri artmıştır. 12 kA-2.94 kN kaynak parametrelerinde teorik değere göre daha yüksek sertlik değeri bulunurken, diğer kaynak parametrelerinde daha düşük değerler elde edilmiştir. Çoklu regresyon analizi sonucunda kaynak akımının sertlik üzerindeki önem düzeyi elektrot kuvvetinden daha yüksek çıkmıştır.
In this study, the characterization of polymeric wastes released during production in Eruslu Global group companies and the re-evaluability of these wastes were studied. For this purpose, all polymeric wastes that occur in the production of sanitary napkins, diapers, packaging film and printed packaging film, which are the basic production products of the enterprise; It was determined that it consists of polypropylene, polyethylene (LDPE, MDPE, HDPE), polystyrene, polyethylene terephthalate polymers. Considering that all wastes are not polluted, it has been evaluated that they can be reused to a large extent. In the study conducted for this purpose, it was determined that 20 different waste products emerged depending on the product variety produced in the enterprise. Thermal analysis for each waste was characterized by calorific value, FTIR, XRD, SEM and TG-DSC (TGA-DTA) techniques. It was determined that paint was added to polymeric wastes in general. In addition, it has been determined that natural micronized calcite is added to some waste in terms of environmental impact and cost reduction. This article evaluates the crystallinity, structure and surface morphology of polymeric wastes produced during production in Eruslu Global group companies. For this purpose, all polymeric waste products formed in the production of sanitary napkin, diapers, packaging film and printed packaging film, which are the primary production products of the enterprise, were characterized. 20 different waste products produced in the enterprise were selected for evaluation. Waste is rich in polystyrene, polypropylene, polyethylene (LDPE, MDPE, HDPE) and polyethylene terephthalate polymers. Each waste was characterized by FTIR, XRD, SEM, thermal analysis and calorific value techniques. As a result of the study, dye additive was detected in the structure of these wastes. When the XRD results were evaluated, it was determined that micronized calcite was added to the polymers to prevent environmental pollution caused by the paint additive. In this way, environmental pollution and production costs are reduced. Calorific values of all samples are in the range of 4292 - 10965 cal/g.
Gümüş nanopartikülleri teknolojinin farklı alanlarında sıklıkla kullanılmaktadırlar. Biyosistemler üzerinde de önemli ve faydalı etkileri bulunmaktadır. Ancak, etkileri yeterli derecede çalışılmamıştır. Biyo-AgNP’lerin in vitro koşullardaki bitki dokularının ve hücrelerinin gelişimi üzerinde arttırıcı etkileri bulunmaktadır. Bu sebeple, yüksek fiyatlı bitki büyüme düzenleyicilerine alternatif olarak kullanılabilirler. Bu çalışmanın amacı, Digitalis purpurea gövde eksplantlarında farklı konsantrasyonlardaki (0-30 mg/L) biyo-AgNP’lerin etkilerini incelemektir. Bu amaçla, kallus ve kök oluşumları ve eksplant kararmaları izlenmiştir. Biyo-AgNP’lerin kallus oluşumuna etkisi olumsuzdur. 1 mg/L biyo-AgNP içeren besin ortamı hariç, kallus oluşum yüzdelerinin hepsi kontrol grubundan daha azdır. Kök oluşum yüzdeleri, 15 ve 20 mg/L biyo-AgNP içeren besin ortamlarında (sırasıyla %42.22 ve %46.67) kontrole göre (%35.56) daha yüksek bulunmuştur. Kallus oluşumlarının tersine, kök oluşumları kararmadan olumsuz etkilenmemiştir. Bu sonuçlar in vitro koşullarda hücre çoğalması ve doku rejenerasyonunun biyo-AgNP’lerden ve onların konsantrasyon yoğunluğundan farklı şekilde etkilendiğini göstermektedir.
Bu çalışma kapsamında mimar ve inşaat mühendislerine dört adet betonarme bina kat planı verilerek kütle ve rijitlik merkezinin konumunu gözlemsel olarak belirlemeleri istenmiştir. Daha sonra bu binaların tamamı mevcutta sıklıkla kullanılan dört adet yapısal analiz programı ile 3 boyutlu olarak modellenmiş ve kütle ile rijitlik merkezleri belirlenmiştir. Son olarak 3 adet bina ölçekli olarak laboratuvar ortamında test edilmiş ve rijitlik merkezi deneysel olarak belirlenmiştir. Yapılan analizler ve değerlendirmeler gözlemsel olarak kütle merkezi konumunun tahmin edilebileceği, mimarların ve inşaat mühendislerinin rijitlik merkezi tahminlerinin deneysel çalışmalar sonucu elde edilen rijitlik merkezi konumundan çok farklı olduğu, yapısal analiz programlarından ETABS, Sta4CAD ve ProtaStructure’ın birbirine benzer konumları rijitlik merkezi olarak belirlemesine karşın, İdeCAD programından elde edilen sonuçların farklı olduğu görülmüştür.
A major earthquake with a magnitude Mw = 7.2 (ML = 6.7) occurred in the Eastern part of Turkey on October 23, 2011. The ground motion had a measured peak ground acceleration of 0.18×g. The earthquake damaged masonry and reinforced concrete structures ranging from minor cracking to total collapse. A 4-story reinforced concrete school building in Gedikbulak Village experienced total failure during this earthquake. This school building was a typical project (No: 10370) prepared by the Ministry of Education of Turkey and this typical project was widely being used for the construction of school buildings in various locations throughout Turkey. This paper explains the site observations of the Atılım University Reconnaissance Team carried out at the collapse site of the school building a few days after the main shock and detailed analysis with an emphasis on the reason for the failure of the school building. The analysis results indicated that the collapse happened due to the separation of the bottom of shear walls (in both x- and y-directions) from the foundation due to inadequate development and lap splice length of the plain reinforcing bars. Comments were made for existing school buildings to prevent any collapses in future earthquakes.
COVID-19’un nörolojik ve mikrovasküler sistem üzerinde etkileri bulunmaktadır. Bu bilgiden hareketle bu çalışmada COVID-19 öncesi ve COVID-19 sonrası aynı kişiler ve aynı deney prosedürüyle kaydedilmiş EEG sinyallerinden elde edilen olay ilişkili potansiyeller karşılaştırılmıştır. Farklı dalgacık dönüşümü türleri kullanılarak elde edilen spektrogram görüntüleri Cz, P3, P4, Pz, P7, P8, O1, Oz ve O2 kanalları kullanılarak COVID-19 öncesi ve COVID-19 sonrası durumları karşılaştırılmıştır. Sonuçlar incelendiğinde, 4 Hz frekans bölgesi ve 100 ile 300 ms zaman bölgesi arasında Oz, P8, P7 ve P4 elektrotlarında bir aktivasyon azalmasının meydana geldiği görülmektedir. Farklılığın daha net ortaya konulabilmesi için, farklı dalgacık türleri kullanılarak elde edilen güç katsayısı değerleri karşılaştırılmıştır. COVID-19 sonrası en büyük azalma oranı %16.10 ile bump dalgacık türünde meydana gelmiştir. Morse ve amor dalgacık türleri içinse sırasıyla %14.22 ve %14.25’lik dalgacık dönüşümü katsayısı güç azalması meydana gelmiştir. Kanallar açısından en büyük farklılık Oz kanalında meydana gelmiştir.
In this study, the active soft switching (SS) methods were proposed for the MOSFET and IGBT-based hybrid DC-DC boost converter with high voltage gain. The zero-voltage transition (ZVT) and the zero-current transition (ZCT) active SS methods were applied to the hybrid DC-DC boost converter with MOSFET and IGBT main switches, respectively. Thus, the hard switching (HS) power losses of MOSFET and IGBT-based hybrid DC-DC boost converter was reduced. The MOSFET and IGBT-based hybrid DC-DC boost converter with variable loads was simulated in OrCAD-PSpice environment for SS methods (ZVT and ZCT) and HS. The simulation results show that SS methods increased the efficiency of the hybrid DC-DC boost converter, nearly 1%.
Bu çalışmada, ayçiçeği yağında Katı faz mikroekstraksiyon (SPME) tekniği ile ekstraksiyon süresi (20, 30 ve 40 dakika) ve sıcaklığının (40, 50 ve 60 °C) hegzanal (HE) ve malonaldehit (MA) ekstraksiyonu üzerindeki etkileri araştırılmıştır. HE ve MA’nın kantitatif analizi için İç Standart (IS) olarak 5-Metil 2-hegzanon (500 ppb) kullanılmıştır. HE ve MA’ın IS ile aralarındaki ilişkinin düzeyini belirlemek için ayçiçeği yağına farklı oranlarda HE ve MA (5 ppb, 10 ppb, 50 ppb, 100 ppb, 0.5 ppm, 1 ppm, 5 ppm ve 10 ppm) ve IS (500 ppb) eklenmiştir. Değişkenler arasındaki ilişki, regresyon denklemi (y = mx + n) ve değişkenler (x = HE veya MA’nın derişimi/IS’nin derişimi; y = HE veya MA’nın alanı/IS’nin alanı) arasındaki regresyon katsayılarının (R2) belirlenmesi ile değerlendirilmiştir. MA polar ve reaktif olduğu için MA ile IS arasındaki R2 değeri (0.015 ˂ R2 ˂ 0.606) oldukça düşük bulunmuş ve MA’nın nicel analizi için bu yöntemin uygun olmadığı tespit edilmiştir. HE ile IS arasındaki R2 göz önüne alındığında HE’nin analizi için en uygun ekstraksiyon sıcaklığı ve süresinin 60 °C ve 20 dakika olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, hızlı ve çözücü gerektirmeyen bir yöntem olan SPME’nin, HE’in ayçiçeği yağında tespitinde kullanılabilirken, MA'nın tespit edilebilmesi için SPME yöntemi ile saptanabileceği türevlerine dönüştürülmesi gerektiği saptanmıştır.
Hava kirliliği, yaşam kalitesini doğrudan tehdit eden ana unsurlardan birisidir. Hava kirleticilerindeki değişimlerin öngörülmesi, hava kirliliği kontrolünde ve yönetiminde önemli bir role sahiptir. Günümüzde kullanılan Çift Üstel Düzeltme (DES) ve Bütünleşik Otoregresif Hareketli Ortalama (ARIMA) gibi geleneksel yöntemler, hava kirliliğinin tahmin edilmesinde çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, hava kalitesinin belirlenebilmesi için daha etkili tekniklerin üretilmesine ihtiyaç vardır. Bu araştırmanın temel amacı, yukarıdaki sorunları ele alarak doğruluğu yüksek bir hava kirliliği tahmin teorisi geliştirmektir. Önerilen yaklaşım, Ampirik Mod Ayrıştırması (EMD) algoritması ve ARIMA modelinin bir arada uygulandığı melez bir yöntemdir. EMD-ARIMA yönteminin tahmin becerisini belirlemek için Türkiye’nin Van şehir merkezindeki PM10 ve SO2 hava kirleticilerine ait 2019-2020 kış dönemindeki veriler kullanılmıştır. MAE, MAPE, RMSE ve R2 performans ölçütlerine göre EMD-ARIMA modeli ile PM10 ve SO2 için sırasıyla 7.25 µg/m3, %20.58, 8.84 µg/m3, 0.87 ve 7.58 µg/m3, %20.73, 8.96 µg/m3, 0.71 değerleri elde edilmiştir. Bulgular EMD-ARIMA yönteminin, geleneksel DES ve ARIMA tahmin modellerine göre daha hassas bir tahmin becerisine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Önerilen melez yaklaşım, hava kirliliğinin öngörülmesi ve azaltılmasına yönelik basit ve etkili bir yöntem olarak kullanılabilir.
Classification is an important technique used to distinguish data samples. The aim of this study is to classify according to emotions by extracting audio features. Two male and two female individuals expressed four different emotions as "fun", "angry", "neutral" and "sleepy" in the voice data. We used to “MFCC” as a Cepstral feature, “Centroid, Flatness, Skewness, Crest, Flux, Slope, Decrease, Kurtosis, Spread, Entropy, roll off point” as Spectral Feature, “Pitch, Harmonic ratio” as Periodicity Features in the sound features. After, we applied to the data that all the classification algorithms located in the classification learner toolbox in Matlab and we tried to classify the emotion with the algorithm that provides the highest accuracy. Each data in the classification study has twenty-six features inputs and one labeled output value. According to the results, support vector machine algorithm provided the highest accuracy performance. Considering the performances obtained, this study reveals that it is possible to distinguish and classify sounds using sentimental data and sound feature parameters.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin hızla gelişmesi ile birlikte teknoloji ve interneti kullanan cihaz sayısı artmış ve hayatın her alanına girmiştir. Teknolojideki gelişmeler kullanıcıların ve cihazların siber tehditlerle karşılaşma riskini de beraberinde getirmiştir. Bu çalışma; siber tehditlerle ilgili, öğrencilerin siber güvenlik farkındalık düzeylerini makine öğrenme yöntemleri ile tespit etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle istatistiksel olarak lisans öğrencilerini temsil eden örnek bir kitleden anket tekniğiyle veri toplanmıştır. Elde edilen veriler, betimsel tarama modeli benimsenerek analiz edilmiş ve analiz sonuçları çalışmada ortaya konmuştur. Sonrasında anket verilerinden oluşturulan veri seti ile Naive Bayes, Karar Ağacı, Rastgele Orman, En Yakın Komşu, XGBoost, Gradient Boost, Destek Vektör Makineleri, Çok Katmanlı Algılayıcı algoritmaları kullanılarak öğrencilerin siber güvenlik farkındalık düzeylerinin tespiti yapılmıştır. Yapılan testler sonucunda 0.7-0.98 arasında değişen doğruluk değerleri, 0.7-0.96 arasında değişen F1 skorları elde edilmiştir. En başarılı performans metrikleri 0.98 doğruluk ve 0.96 F1-skoru ile Çok Katmanlı Algılayıcı algoritması ile elde edilmiştir.
Hücre üretim teknolojilerindeki iyileştirmelere rağmen, modüllerin enerji dönüştürme oranlarının hâlâ istenen düzeyde olmaması fotovoltaik sistemlerin en önemli olumsuzluklarından biridir. Bu amaçla bir fotovoltaik sistemden daha yüksek enerji eldesi için güneş takip sistemleri kullanılmaktadır. Literatürde bu alanda yapılmış birçok çalışma olmasına rağmen, bu çalışmaların büyük bir kısmında genellikle takip sisteminin yazılım ve devre kısmına odaklanılmakta veya oluşturulan küçük boyutlu prototipler üzerinde gerçekleştirilen kısa vadeli test sonuçlarının sunulmasıyla yetinilmektedir. Fotovoltaik sistemlerin uzun yıllar boyunca farklı atmosferik değişimlere maruz kalarak çalıştığı göz önüne alındığında, bu sistemlerle beraber kullanılan güneş takip sistemlerinin farklı hava durumları altında uzun vadeli testlere tabi tutulmaları en doğru yaklaşım olacaktır. Bu amaçla bu çalışmada, tek eksenli bir güneş takip sistemi tasarlanmış ve üretilmiştir. Uygulamanın sürücü devresi ve mekanik aksamıyla ile ilgili tüm detaylar açık bir şekilde belirtilmiştir. Güneş izleyici sistem sayesinde günlük olarak elde edilen verim artışı, ilgili güne ait radyasyon ortalaması ve güneşlenme süresine göre değişmektedir. Sonuçlara göre güneş izleyici sistemin yıllık bazda %30.84 verim artışı sağladığı kaydedilmiştir.
An $P-$module $N$ is named cofinitely semisimple lifting or briefly cofinitely $ss-$lifting if for each cofinite submodule $S$ of $N$, $N$ has a decomposition $N=U'oplus V$ such that $U'subseteq S$ and $Scap Vsubseteq Soc_{s}(V)$. In this study, equivalent conditions to this definition are given. In addition, the basic features of this concept defined in this article are examined.
In this study, we developed a new modification of the well-known differential transform method (DTM) that differs from the classical one by the algorithm for calculating the coefficients of an approximate solution given as a series. The proposed new algorithm we will call α-parameterized DTM (α-p DTM,for short). By using the proposed α-p DTM, we solve the boundary value transmission problem for the third-order differential equation. For the same problem, an approximate solution is also found using also the classical DTM. The solutions obtained were compared graphically.
In this paper, a novel membership function is defined for fuzzy sets using a supervised learning approach. Firstly, the training dataset is separated using the previously defined polyhedral conic functions in a supervised learning approach. Then obtained polyhedral conic functions are used for defining a new membership function. After that, a new fuzzy classification algorithm is formed to classify fuzzy sets with a similar structure. The algorithm with all suggested methods is implemented on real-world datasets, and the performance values are compared with the state of art classification algorithms.
This study aims at the simultaneous solution of several quaternion linear systems with the same Hermitian and positive definite coefficient matrix by employing the conjugate gradient method. We consider the setting when the quaternion Hermitian positive definite coefficient matrix at hand is very large so that direct methods are not applicable. In the study, we first transform linear quaternion systems into real linear systems. The transformed real linear systems have special structure due to the fact that they are real representations of quaternion systems. Benefitting from the special structure, we further reduce the size of these linear systems. Then a block conjugate gradient method is applied to the resulting reduced real linear systems. The solution obtained after applying the conjugate gradient method is a real representation of the solution of the original quaternion problem. Thus, a conversion of this real solution to the quaternion setting is performed in the end.
In this paper, we introduce a kind of Charlier polynomial-based Szász-Kantorovich type operator. We begin by using Korovkin's theorem to demonstrate the uniform convergence of these operators. Second, using mathematical techniques like Peetre’s K-functional notion and the common modulus of the operators, we evaluate the order of convergence of the operators. Third, we use the Voronovskaya type approximation theorem to derive an asymptotic formula for the operator we gave. Finally, we give a numerical example using Maple 2022.
The structural, elastic, and piezoelectric properties of the NbSbO4 crystal were calculated based on the density functional theory. These properties were calculated using the ABINIT package program under both the generalized gradient approximation and the local density approximation. The elastic stiffness tensor and the elastic compliance tensor for the NbSbO4 crystal were calculated in the ground state. Voigt Bulk Modulus, Reuss Bulk Modulus, Hill Bulk Modulus, Voigt Shear Modulus, Reuss Shear Modulus, Hill Shear Modulus, Young Modulus, Poisson Ratio, Flexibility Coefficient, Debye temperature, Longitudinal sound wave velocity for NbSbO4 crystal using elastic stiffness and elastic compliance tensor, Transverse sound wave velocity and Average speed of sound were calculated. Then, the ground state piezoelectric tensor of the NbSbO4 crystal was calculated. Accordingly, 2D longitudinal surfaces and 3D representation surfaces of the piezoelectric tensor were obtained using MTEX software. The properties obtained with both the generalized gradient approximation and the local density approximation are compared. As a result of the calculations, it was understood that the material was a flexible and formable material in both approximations.
Nanoparticles (NPs) are tiny materials ranging in size from 1 to 100 nm and have unique magnetic, electrical, and optical characteristics differing from bulk materials. They have a broad spectrum of applications in different industries. Several physical and chemical techniques have been applied to produce metal NPs. Alternatively, green synthesis offers an environmentally friendly and simple means for NP preparation. In the present study, silver NPs were produced by the Pseudomonas aeruginosa OG1 strain. Characterization of NPs was performed by TEM, SEM, and XRD. These NPs were used against pathogenic Proteus mirabilis, which shows high-level urease activity and forms clear biofilms. Silver NPs obtained in the present study were applied to inhibit the growth, urease production, and biofilm formation of P. mirabilis. Growth inhibition zones of 9 mm and 11 mm and, 60 % and 85% antibiofilm effects were obtained by 100 µg mL-1 and 200 µg mL-1 NPs, respectively. The urease activity of P. mirabilis was completely inhibited in both concentrations. These results show that AgNPs can be used as effective antimicrobial, antibiofilm, and antiurease agents in the fight against pathogens.
Bu çalışmada Van Gölü kıyı kumlarından izole edilen bir Spathidium türünün morfolojik ve 18S rDNA gen dizisine dayalı filogenetik özellikleri araştırıldı. Kültürlerde farklı morfoloji sergileyen üç siliyat popülasyonu gözlendi. Bu popülasyonların 18S rDNA gen bölgesine ait nükleotid dizilerinin benzer olduğu görüldü ve bunların aynı türün farklı gelişim evreleri olduğuna karar verildi. 18S rDNA gen bölgesine ait nükleotid dizilerine dayalı filogenetik analizlerde bu çalışmada izole edilen Spathidium sp.’nin hemcinslerinden ziyade Lagynophrya acuminata, Enchelys gasterosterus ve Balantidion pellucidum ile birlikte kümelendikleri görüldü. Spathidiid siliyatların morfolojik sınıflandırma sistemi ile moleküler filogenisi arasında çelişkiler mevcut olup, Spathidium cinsinin parafiletik bir takson olduğu görülmektedir. Bununla birlikte tür zengini Spathidium cinsinin pek çok türü ile ilgili gen dizisinin bilinmemesi bu taksonun moleküler filogenetik durumunun açıklığa kavuşturulmasını sınırlamakta olup, farklı habitatlardan izole edilecek ayrıntılı morfolojik veriler ile birlikte farklı gen bölgelerinin de kullanılacağı filogenetik analizlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Meta-sezgisel optimizasyon yöntemleri geleneksel algoritmalarla çözümün çok maliyetli olacağı büyük ölçekli gerçek hayat problemleri için başarılı sonuçlar sergilemekte ve birçok alandan araştırmacının ilgi odağı haline gelmektedir. Bu alana duyulan ilgi sayesinde genetik, fizik, biyoloji, müzik gibi ilhamını çeşitli kaynaklardan alan araştırmacılar, yeni meta-sezgisel algoritmalar oluşturmaya devam etmektedir. Şubat 2022’de yayımlanan Bal Porsuğu Algoritması (Honey Badger Algorithm, HBA), ilhamını bal porsuğunun yiyecek arama stratejilerine dayandırmaktadır. Bu çalışmada HBA’nın yanı sıra alan yazının başarısı kanıtlanmış algoritmalarından olan Genetik Algoritma (Genetik Algorithm, GA), Parçacık Sürü (Partical Swarm Optimization, PSO), Yapay Arı Kolonisi (Artificial Bee Colony, ABC), Karınca Kolonisi (Ant Colony Optimization, ACO), Benzetimli Tavlama (Simulated Annealing, SA) algoritmaları, bir yapı problemi olan “üç elemanlı kafes sisteminin ağırlık ve maliyet minimizasyonu” na uygulanmaktadır. Elde edilen sonuçlara göre HBA’ nın, GA, ABC, ACO, SA algoritmalarına kıyasla daha iyi yakınsama hızına ve değerlere ulaştığı gözlemlenmektedir.
Several Fusarium species are emerging as serious pathogens on small grain cereals worldwide. The use of fungicides is a short-term strategy in the fight against Fusarium diseases. The use of biocontrol agents is an attractive alternative strategy by reducing the chemical input to the environment as well as being economical. Bacillus species have received attention as biocontrol agents. In this study, the antagonistic activities of Bacillus megaterium CTBmeg1 and HMA5 strains on Fusarium culmorum UK99 and F. graminearum PH-1 isolates were investigated in vitro and at molecular level. On the 7th day of the dual culture assay, both of B. megaterium strains significantly reduced the mycelial growth of Fusarium isolates, with very high antifungal activity with the inhibition rate between 72.7% and 77.7%, respectively. Similarly, both strains caused high antifungal activity in the volatile organic compound (VOC) analysis between 52.1% and 62.4%, respectively. At the molecular level, in all tested groups, transcript levels of the tri5 gene, which is associated with trichothecene production, decreased, while the transcript levels of cat, an antioxidant gene, and mst20, a gene related to apoptosis, increased. Findings from this study showed that B. megaterium CTBmeg1 and HMA5 strains could be accepted as highly effective biocontrol agents against worldwide phytopathogens F. culmorum and F. graminearum.
Poli(N-vinil-2-pirolidon) (PVP) ile kararlaştırılmış Ru-Fe nanoparçacıkları (RuFe@PVP) yaygın olarak kullanılan bir alkol indirgeme tekniği ile sentezlendi. Sentezlenen nanoparçacıklar SEM, SEM/EDX, UV/Vis teknikleriyle karakterize edildi. Hazırlanan nanoparçacıklar katı halde hidrojen depolayan önemli bir bor-azot (B-N) türevi olan metilamin-boranın hidroliz tepkimesinden hidrojen üretiminde katalizör olarak kullanıldı. TOF değeri (38.4 1/min) ve aktivasyon enerjisi (87.7 kJ/mol) olarak hesaplanan iki metalli nanoparçacıklar bu özellikleri ile verimli bir katalitik sistem olarak değerlendirildi. Katalizör ve substrat derişimlerinin katalitik tepkime üzerindeki etkilerinin araştırılması sonucu tepkimenin hız ifadesinin; katalizör derişimine göre 0.5 mertebeden, substrat derişimine göre ise 1.7 mertebeden ilerlediği tespit edildi.
İndüktörler, kapasitörler, transformatörler, doğrultucular, kesintisiz güç kaynakları, elektrikli makineleri ve flüoresan lambalar gibi çeşitli konut yükleri, güç faktörünün bozulmasına ve harmoniklere neden olmaktadırlar. Elektrik güç sistemlerine bağlı reaktif yükler, ana şebekedeki akım/güç kalitesini ve güç faktörünü azaltan reaktif güç üretmektedirler. Bu nedenle, istikrarlı ve güvenilir bir elektrik şebekesi için yeterli reaktif güç sağlanması gerekir. Bu bağlamda, bu makalede üç fazlı şönt aktif güç filtresi (ŞAGF) ile farklı yüklerin harmonik etkilerinin ortadan kaldırılması, reaktif güç kompanzasyonun ve etkili bir şekilde reaktif güç akışını sağlanması için geliştirilmiş bir kontrol yöntemi önerilmiştir. Önerilen kontrol yönteminin performans sonuçları, dirençli-kapasitif doğrusal yük (D-KDY), dirençli-endüktif doğrusal yük (D-EDY), doğrusal olmayan yük (DOY) ve yüksek endüktif DOY gibi kapsamlı durum çalışmaları altında incelenmiş ve geleneksel kontrol yöntemi ile karşılaştırılmıştır. Önerilen kontrol yöntemi ile yüksek bir güç faktörü sağlamak için ana şebekeden güç çekmeden ŞAGF yeterli reaktif güç sağlamaktadır. Çeşitli durum çalışmaları, önerilen kontrol yöntemi şebeke akımı ve gerilimi arasındaki faz uyumsuzluğunu azaltabileceğini ve şebeke akımı harmoniklerini azaltabileceğini göstermektedir. Farklı yük grupları etkisi altında, önerilen kontrol yöntemi ile yaklaşık 0.99 güç faktörü değeri elde edilirken geleneksel kontrol yöntemi ile 0.79 ve 0.81 gibi daha düşük güç faktörü değerleri elde edilmiştir. Ayrıca önerilen kontrol yöntemi ile farklı harmonik yüklerin etkisi ortadan kaldırılarak akım harmoniklerinin THB’ si %1.0 seviyesinin altına düşürülmüştür.
The research was carried out in the ecological conditions of the Ranya region of Sulaymaniyah province, Iraq in the summer growing season of 2020. The goal of the study was to investigate the impact of humic acid on the growth and yield of corn. The trial included two commercial cultivars (DKC6050 and DKC6664) and soil application of four rates of humic acid (HA1: 0 kg/ha, HA2: 60 kg/ha, HA3: 120 kg/ha and HA4: 180 kg/ha). The experiment was conducted according to the split-plot experimental design in randomized blocks. In the study, a trial pattern was designed so that varieties were placed in the main plots, and doses of humic acid were placed in the subplots for a more precise investigation of their effects on the cultivars. In the experiment, the characteristics of growth, yield, and yield components were examined. According to the results, it was determined that applying humic acid positively affected all vegetative and yield parameters except for the germination time, cob diameter, protein ratio, and oil ratio. As the result of the interaction between the cultivars and the humic acid doses, significant results were obtained for seed yield, 100 seeds weight, yield per plant, cob diameter, harvest index, leaf area index, stem diameter, and silk appearance time. The highest grain yield was obtained from the DKC6050 variety (9844.8 kg/ha). Responses of cultivars to humic acid were the same and therefore no appreciable differences were observed between cultivars for comparison. However, it has been determined that the DKC6050 variety is a promising variety in terms of many characteristics and can be cultivated in the ecology where the research is carried out.
Fear of the risk of poisoning from wild mushrooms increases the production of cultivated mushroom species. Oyster mushrooms, which are among these mushroom species, have been preferred in recent years due to some advantages in production. It is very important to ensure regional diversity in production environments in increasing mushroom production. In this study, it is aimed to expand mushroom production in Van and its surroundings and to investigate the efficiency of production in straw and inactive tea wastes that can be easily obtained by the producers of the region. The study, which was established with wheat straw, tea waste and ready-made mushroom production kits, was designed in a randomized plot design with four replications. The parameters of the first harvest, carpophore weight, total yield, carpophore measurements, macro and micro elements were examined in the mushrooms obtained. In the study, it was seen that the mushroom data produced in the tea media were closer to the mushroom data obtained from the ready-made kits obtained from the companies producing mushrooms.
Balık yağı, içerdiği uzun zincirli ve çoklu doymamış yağ asitleri nedeniyle oksidasyona karşı son derece hassastır. Söz konusu yağ asitleri içinde omega-3 (ω-3 veya n-3) yağ asitlerinin sağlık üzerine önemli etkileri olduğu görülmüştür. Bu nedenle, balık yağının yapısının korunması ve oksidasyona karşı dayanıklı hale getirilmesi önemlidir. Emülsiyon teknikleri ile yağların oksidasyona karşı dayanımı artırılmakta ve yağların çeşitli ürünlerin formülasyonunda kullanımı daha kolay hale gelebilmektedir. Enkapsülasyon tekniğinin ise yağlar, aroma bileşenleri, uçucu bileşenler ve vitaminler gibi biyoaktif bileşenleri koruduğu bilinmektedir. Balık yağının emülsiyon ve enkapsülasyon teknikleri ile işlenmesi ve gerek gıda ürünlerinde gerekse kozmetik ve ilaç ürünlerinde balık yağı emülsiyonları veya balık yağı kapsülleri olarak kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Bu derlemede, emülsiyon ve enkapsülasyon teknikleri hakkında genel bilgi verilerek, balık yağının emülsiyon ve enkapsülasyon teknikleri ile işlendiği mevcut çalışmalar incelenmiştir.
Bu çalışma kapsamında, Van Gölü Havzası ve civarı için özellikle aletsel dönemde meydana gelmiş depremler ve bunların artçı şok verileri kullanılarak yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar değerlendirilmiştir. Farklı sismolojik parametrelerin kullanıldığı bu çalışmaların bulguları derlenerek, bölgenin gelecekteki deprem riski/tehlikesi karşısındaki durumu ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Aletsel ve tarihsel dönemde büyüklüğü 5.0 ve üzerinde olan birçok depremin meydana geldiği bölgede, son olarak 23 Ekim 2011 (Mw=7.1) ve 09 Kasım 2011 (Mw=5.8) tarihlerinde Van şehir merkezi civarında meydana gelen yıkıcı/hasar verici iki deprem bölgenin farklı özelliklerdeki aktif fay mekanizmalarına sahip olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, özellikle Van Gölü’nün hemen doğusu ile Çaldıran, Muradiye, Özalp, Saray ve Erciş civarında yakın gelecekte deprem tehlikesi diğer bölgelere göre büyük olarak ifade edilebilir. Ayrıca, Van Gölü Havzası ve civarının gerek jeofizik yöntemlere gerekse yapısal incelemelere dayalı farklı parametreler (zemin büyütmesi ve sismik hasar indisi gibi) kullanılarak zemin mühendislik özellikleri ve yapı-zemin etkileşimi açısından değerlendirmesi de bu çalışmada incelenmiştir.
Bu çalışmada DP 1200 çelik malzemelerin bindirme konfigürasyonunda fiber lazer kaynak yöntemi ile birleştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Kaynaklı bağlantıların kaynak geometrisi ve mekanik özellikleri lazer gücü, ilerleme hızı ve lazer açısı proses parametrelerine göre değişkenlik göstermektedir. Parametrelerin etkilerini gözlemleyebilmek için Yanıt Yüzey Metodolojisine göre deney tasarımı oluşturularak deneyler gerçekleştirilmiştir. Çekme testi sonrasında kesme kuvveti değerleri elde edilmiştir; kaynak geometrisinde ise tam birleşme mesafesi ölçülmüştür. Deneysel çıktılar, kesme kuvveti ve birleşme mesafesini tahmin etmede Mamdani yöntemine göre geliştirilen Bulanık Mantık modelinde kullanılmıştır, 27 adet kural tanımlanmıştır. Tahmin sonuçları ve deneysel veriler kıyaslandığında birbiri ile benzerdir. Yüzey grafikleri yardımıyla optimum proses parametreleri lazer gücü 2800 W, ilerleme hızı 40 mm/s, lazer açısı 70ᵒ olarak belirlenmiştir.
Bu çalışma, farklı zamanlardan yapılan amino asit uygulamalarının şeker pancarı çeşitlerinde kök gövde verimi ile bazı kalite özelliklerine etkilerinin belirlenmesi amacıyla 2018-2019 yıllarında yürütülmüştür. Çalışmada Danicia, Terranowa, İndira, Ortega, Smart Djerba ve Ernestina çeşitleri materyal olarak kullanılmıştır. Araştırmada bitkisel kökenli amino asit (%26 amino asit) şeker pancarı yapraklarına 200 ml/da dozunda 3 farklı dönemde (çıkışlarda 30, 45 ve 60 gün sonra) uygulanmıştır. Şeker pancarı çeşitlerinin amino asit uygulamalarına tepkileri uygulama dönemlerine göre önemli farklılık göstermiştir. Çeşitlerin kök gövde verimleri uygulama dönemlerine bağlı olarak 6680-9745 kg/da, polar şeker oranları %14.5-18.6, briks değerleri %16.2-23.0, α-amino azot içerikleri 2.33-4.80 mg/100g, ham şeker verimleri ise 970-1808 kg/da arasında değişim göstermiştir. Amino asit uygulamaları ile çeşitlerin kök gövde ve ham şeker verimlerinde sırası ile yaklaşık %7.1-10.6 ve %6.5-12.4 arasında artış meydana gelmiştir. Çalışmada bitkisel kökenli amino asitlerin şeker pancarı tarımında özellikle herbisit ve sıcaklık streslerine karşı toleransın arttırılmasına kullanılabileceği ve amino asit uygulamaları ile birim alan kök gövde ve şeker üretiminin arttırılabileceği, bununla birlikte uygulama dönemlerinin gerek çeşit özelliği gerekse bölgenin ekolojik koşulları dikkate alınarak seçilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
In this paper, we study the conditions under which one can obtain a first countable and 𝑇1 topology without the left-continuity and symmetry, which have an important role in the statistical metric space theory.